HZ. HÜSEYİN VE KERBELA
Kerbela faciası İslam tarihi kaynaklarında genişçe yer almıştır. Ancak facia, her tarihi olay gibi detayda yer yer kapalılıklar, yer yer de farklılıklar içinde anlatılmıştır. Kimi zaman ise, özellikle geç dönem kaynaklarında, olayın fazlasıyla dramatik olan karakteri yazarların kalemini kontrolden çıkarmış, facia uzun diyaloglar, hayalî ve gerçek dışı sahnelerle aktarılmıştır. Öyle ki konuyu temel kaynaklar çerçevesinde araştıran bir yazar şöyle demek zorunda kalmıştır: "Tarihi Kerbela olayı uydurma sahnelerle doludur. Eğer Muharrem ayının onunda Hüseyin için göz yaşı dökülecekse, aynı zamanda Kerbela olayının böylesine tahrifat ve değişikliklerle anlatılmasına da göz yaşı dökmek gerekir!" Burada, Sunni ve Şii kaynaklar dikkate alınarak iki görüşe görede anlatımlar sunmaya çalışacağız. Öncelikle olayı şiirsel bir anlatımla ve temsili resimleri eşliğinde özetleyerek başlayalım.
|
Gece, Muharrem ayının onuncu gecesi… Çöl yanıyor… Kerbela kaynıyor!
“Kerb” ve “bela” yani gam ve bela kol kola.
Kerbela'da kumlar aleve sarıyor… Çölle birlikte güller de yanıyor.
Fırat ise hiç olmadığı kadar coşkun, bir o kadar da hırçın çağlıyor.
Gül dudaklar kuruyor, çadırlar yanıyor, çocuklar yanıyor! Bir yudum suya, bir yudum sevgiye hasret Ehl-i Beyt yanıyor, Alem-i İslam'ın kalbi yanıyor.
Su! Su! diye inleyen çocuklara can dayanmıyor.
Fırat buz gibi akıyor ama yanı başında sevgiye hasret bir demet gül yanıyor.
Hz. Hüseyin(ra), Ehl-i Beyti boğmaya gelen ordunun komutanı Ömer b. Sa'd'a, Ebul Fazl'ı gönderiyor:
-“Git! Bu gece için mühlet al. Bu gece namaz kılalım, Rabbimize dua edelim, Kur'an okuyalım. Bu gece son gecemizdir.”
Gece saldırılmayacaktır. Hz. Hüseyin yanındakilere:
-“Gece sizi bürüyünce Ehl-i Beyti birer ikişer alınız ve buradan uzaklaşınız” der, ama O'nu hiçbiri dinlemez.
Son gece…
Namaza, Kur'an'a tahsisli gece…
Bir ara gözleri kapanır. “Düşman saldırıya geçti!” diyerek uyandırırlar. Güzel gözlerini açar ve susuz dudakları kıpırdar; “Dedem, Hüseyin'im! Ben seni bekliyorum, bugün bana kavuşacaksın” der.
Gül yüzü tebessüm eder.
Çadırın direğine dayanmış Efendimiz(sav) torunlarını seyrediyor, Hz. Ali, Hz. Fatıma evlatlarını seyrediyor. Güllerinin yanışını, dallarının kırılışını, yapraklarının koparılışını görüyorlar. Melekler üşüşmüş birbiri üzerine, zaman durmuş, her şey Kerbela'ya kilitlenmiş.
Susuzluk dayanılmaz bir hal alınca Hz. Hüseyin atını Fırat'a sürer. Beş yüz asker birden dikilir karşısına. Su doldurur avucuna… O anda bir ok saplanır damağına ve kan damlar suya, içemez. Geri döner çadırına.
O gün bugündür kan damlar kalbinden Alem-i İslam'ın…
O kan hâlâ damlıyor…
O ateş hâlâ yanıyor…
O gözyaşı hâlâ akıyor…
Kerbela'da hâlâ kumlardan alev kaynıyor…
Boyuna göre kılıç bile bulunamayan Ehl-i Beyt delikanlıları, çocukları, bir bir doğranmıştır Kerbela'da.
Peygamberimizin( sav) bir zamanlar Uhud'da; “Anam babam sana feda olsun” dediği Hz. Sad'ın oğlu Ömer, Yezit ordusunun başındadır. Hz. Hüseyin'e ilk oku o atar. Babası, Peygamberi(as) oklardan korurken, oğlu O'nun reyhanını vurur.
Hz. Hüseyin'de tam otuz üç kılıç yarası vardı ve atının üzerinde zor duruyordu.
Çadırlardaki kadınlarla da irtibat kesilmişti. Sırtından giren bir mızrakla atından yere düştü. Kanlı yüzü kızgın kumlara batarken dudaklarından şu sözler döküldü: “Bu gün Cuma'dır ve namaz vaktidir. Minarelerde adı anılan, minberlerde salavat getirilen benim dedemdir.”
Çadırlardaki çocuklardan kadınlardan çığlıklar yükselmeye başlamıştı.
Efendimiz(as) , onları bir bir almıştı abasının altına ve “Bunlar benim Ehl-i Beytim, ben bunları seviyorum siz de seviniz” demişti. Ama şimdi kanadı kırık kuşlar gibi bir bir uçuyorlardı örtünün altından.
Ne güzel söylemiş Fuzuli:
Cihanın sahibinden bir yudum su kıskanılmış aah!
Fırat ağlar, Murat ağlar, zemin-ü asuman ağlar
Ayak bastı ol melun kalbi gâhı sırrı Kur'an'a
Aliyyü Fatıma, Peygamber-i âhir zaman ağlar
Kerbela'da bir ateş düştü islam'ın kalbine, o ateş hiç sönmedi.
Asırları yakarak muttasıl geldi günümüze kadar.
Bu gözyaşlarıyla büyümüştür nesiller.
Anadolu köylerinde; evlerde, camilerde, köy odalarında Kerbela ağıtları yakılmıştır. Ali'dir, Hasan'dır, Hüseyin'dir çocuklarının adları.
Rahmetli babam az mı anlattı bize Kerbela'yı… Ali'dir ağabeyimin adı, Hasan'dır küçük kardeşiminki, onlar canlarımızdır.
Anadolu'da rol model ailedir Ehl-i Beyt; Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin… Onlar bize rehberdir. Cesaret, cömertlik, fedakarlık, ilim, takva, itaat, sevgi pınarıdır onlar.
Yeni evlenen çiftlerimize dua ederken “Allah'ım bu gençlere Hz. Ali ile Hz. Fatıma'nın arasındaki sevgiyi ver” demiyor muyuz?
Kıyamete kadar gelecek bütün evliya, asfiya hep o ailedendir. İlmin kapısı da Hz. Ali'dir, Hayber Kalesi'nin kapısını bir pençede söken de, Allah'ın aslanı da O'dur.
Ehl-i Beyt, Müslümanları birleştiren bütünleştiren bir harçtır.
Ülkemizin her zamankinden daha çok birliğe muhtaç olduğu bir zamanda Ehl-i Beyt etrafında halelenmenin, Efendimizi(sav) ne kadar memnun edeceği aşikardır. Çünkü O (sav), “Ben size iki şey bırakıyorum Kur'an ve Ehli Beytim” Buyuruyor. Bu ikisine sahip çıkmak Allah'ı ve Peygamberini sevmektir.
Bu insanlar şanlı mazimizde birer akıncı edasıyla pirleri, dedeleri, babalarıyla devamlı olarak ordularımızın önünde yol açmışlar ve düşmanla yaka paça olmuşlardır.
Gözlerimiz Fırat, yüreğimiz Kerbela, o ateş bizi yakıyor hâlâ....
HZ. HÜSEYİN VE KERBELA (Alevi Kaynak)
Hz. Hüseyin, Hz. Peygamberin torunu ve Hz. Ali ile Hz. Fatıma’nın ikinci çocuğu idi.
O zamana kadar Araplar arasında pek rastlanmayan bu adı ona Hz. Muhammed (S.A.V) vermiş idi. Bazı kaynaklarda Hüseyin doğduğu zaman Hz. Muhammed (S.A.V) ’in kulağına; ‘O cennet çocuklarının efendisi (Seyyid)dir’; diye seslendiği yazılıdır. Peygamber Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’i çok severdi. ‘Bunlar benim oğullarımdır, kızımın oğullarıdır; Allahım ben onları seviyorum, sen de onları sevenleri sev.’ dediği bir çok kaynakta yazılıdır.
İmam Hüseyin’in çocukluğu Peygamberin derin sevgi ve şefkati içinde geçti. Ancak bu durum kısa sürdü. Daha 5 yaşındayken dedesini yani Hz. Muhammed (S.A.V)’i ve kısa bir süre sonra da annesi Hz. Fatıma’yı kaybetti. Bu durumun onu oldukça etkilediği muhakkaktır.
Hz. Ali’nin şahadeti sonrasında abisi Hz. Hasan’a itaat etmeyi yeğledi. Çünkü babası ölürken ona abisine uymasını vasiyet etmişti. Ancak abisinin Muaviye’nin hileleriyle zehirletilerek şehit edilmesinden sonra yaşanan gelişmeler onun o zaman kadarki durumunu değiştirdi. Yezid’e biat etmemekteki kararlılığı onun bu yolda sonuna kadar gideceğini gösteriyordu.
Muaviye ölmeden önce çeşitli hile ve tehditlerle halkı oğlu Yezid’e biat ettirmiş; Hz. Hüseyin ve bazıları gelenleri biat etmemişlerdi. Yezid ilk iş olarak babasının yarım bıraktığı bu işi tamamlamak üzere, Velid’e yolladığı mektupta ‘her ne suretle olursa olsun Hz. Hüseyin, İbn-i Zübeyr ve İbn-i Ömer’in biatlerinin sağlanmasını, eğer bu mümkün olmazsa, boyunlarının vurulup, başlarının kendisine gönderilmesini istiyordu. İktidar hırsının iştahlarını kabarttığı Emeviler’in yapamayacakları iş yoktu. Babası Muaviye’nin izinden giden Yezid, gerekirse Peygamberin sevgili torununun dahi başını kesmeye, Ehli Beyte zulüm etmeye kararlıydı.
Doğal olarak Hz. Hüseyin, Yezid’e biat etmedi ve Velid’in çabaları sonuç vermedi. 4 Mayıs 680 gecesi kardeşi Muhammed Hanefi’nin de tavsiyesiyle bütün aile fertleriyle birlikte Mekke’ye gitti. Ayrıca bu sırada Hz. Hüseyin’in Mekke’ye gittiğini öğrenen Kufeliler de Hz. Hüseyin’e elçiler göndererek Kufe’ye davet ederek kendisini halife olarak tanımaya hazır olduklarını bildirdiler. Bunun üzerine Hz. Hüseyin de amcaoğlu Müslim b. Akıyl’i oradaki durumu yerinde görmek ve uygun bir zemin sağlamak üzere Kufe’ye gönderdi. Önceleri Müslim Kufe’deki çalışmalarında başarılı oldu ve Hz. Hüseyin de bunun üzerine Mekke’den Kufe’ye doğru yola çıktı.
Bu arada Müslim’in faaliyetleri Yezid tarafından haber alınınca, Kufe Valiliğine zalim Ubeydullah getirildi ve Müslim yakalanarak idam edildi. Ubeydullah’ın Kufe valiliğine atanması şüphesiz anlamlıydı. Çünkü o Muaviye’nin Irak Valisi Ziyad b. Ebih’in oğluydu. Zalimlikte babasından aşağı değildi. Ubeydullah’ın Kufe Valiliğine atanmasıyla Hz. Hüseyin’i davet eden onbinler korku ve tehditle sindirildi.
Hz. Hüseyin, Mekke’den Kufe’ye doğru yola çıktığında amcaoğlu Müslim Yezid’in adamlarınca öldürülmüştü. Hz. Hüseyin kafilesiyle ilerlerken yolda, ünlü Arap Şair Ferezdak ile karşılaşıldı. Hz. Hüseyin ondan Kufe’deki durumu sorunca, Ferezdak, ‘Halkın kalbi seninle, kılıçları ise Beni Emeviler iledir; kaza ise gökten iner ve Allah dilediğini işler.’ dedi. Hz. Hüseyin de ‘Doğru söyledin, Allahın dediği olur.’ dedi ve yola devam edildi. acımasızHz. Hüseyin Müslim’in Yezid’in adamlarınca ca öldürüldüğünü yolda öğrendiğinde oldukça üzüldü. Kufelilerin kalleşliği ve dönekliği ortada olduğu, Müslim’e oynanan oyun her şeyi gösterdiği halde, hatta kendisi için baş koyduklarını söyleyenler dağılıp kaçtığı halde o, Mekke’den yola çıkan ailesi ve fedakar dostlarıyla, yola devam etmekten çekinmedi. Hatta ordunun geldiğini haber alınca yanındakilere zaman varken kendisinden gece ayrılabileceklerini ifade ettiyse de, yanında bulunanlar ‘hayatlarını kurtarmak için onu terk etmek alçaklığını yapmayacaklarını ifade ettiler.
Hz. Hüseyin ya başarıya ulaşacak, insanları eşitlik, kardeşlik ve adalet ülküleri içinde yaşatacak, Yezid’in saltanatına son verecek ya da bu yolda boyun eğmeden şehid olacaktı. İşte Hz. Hüseyin, bu asil duyguların esiri olarak adım adım Kerbela’ya, her neye mal olursa olsun gidecekti.
Burada ele alacağımız bu olay, sadece islam tarihinin değil insanlık tarihinin de en kara ve acıklı sayfalarını oluşturur. Peygamberin cennetin efendileri olduklarını söylediği iki sevgili torunundan Hz. Hüseyin’in acımasızca şehid edildiği bu olayı Emevi yandaşı zavallıların açıklarken nasıl kılıktan kılığa büründüklerini ibret ve hayretle görüyoruz.
Hz. Hüseyin ve beraberindekiler Kerbela’ya geldiklerinde hem susuz bırakılmış, hem de binlerce kişilik ordu tarafından sarılmış durumdaydılar. İnsanlık değerlerinden yoksun Kufe Valisi zalim Ubeydullah, Hz. Hüseyin’in geri dönmek, Yezid’le görüşmek veya İslam sınırlarından herhangi birine gitmek isteklerinden hiçbirini kabul etmedi. Esasen onun görevi Yezid’in emrini yerine getirmek yani Hz. Hüseyin’i şehid etmekti. Çünkü biliyordu ki, Hz. Hüseyin yaşadığı sürece efendisi Yezid’e rahat yoktu.
Şimdi sözde Müslümanlardan oluşan koskoca bir ordu, kendi dinini kuran Hz. Muhammed’in her yönden üstün yaratılış ve niteliğine sahip torununa ve onun ailesine saldırıyor, öldürmeye çabalıyordu. Karşılarındaki bir avuç insan ise günlerdir susuzdu. Hararetten insanların dudakları çatlamış, dilleri kurumuş, bağırları yanmıştı. Fakat karşılarındaki paralı askerlerde insaf yoktu, acıma bilmiyorlardı, kana susamışlardı, şan ve şöhretin esiriydiler. Meğer insanoğlu, servet, şöhret ve makam için sırasında ne kadar küçülüp, alçalabiliyordu.
Nihayet 10 Ekim 680 (Hicri 10 Muharrem 61) günü Hz. Hüseyin son hazırlıklarını yaptı ve Yezid’in ordusuna yaklaşarak onlara hitab etmek istedi. Ancak bu çok veciz konuşma gözleri dönmüş azgınlardan oluşan bu orduyu pek etkilemedi. Hz. Hüseyin’in bu sözlerinin edebi bakımdan da ayrı bir değeri vardır. Allah’a hamd ve sena, Hz. Muhammed’e, meleklere ve nebilere sonra şöyle diyordu:
Hz. Hüseyin atını sürerek iki ordu arasında bir yerde durdu ve Yezid’in ordusuna hitaben: ‘Ey Kufe halkı benim kim olduğumu ve sonra da vicdanınızın sesini dinleyiniz. Ben Peygamberin torunu değil miyim? Benim katlim size helal olur mu? Peygamberin hadisini ne çabuk unuttunuz. O, bizler için ‘Siz ehlibeytin seyitlerisiniz’ diye buyurmuştu. Bunu bilmiyor musunuz? Ben o büyük Peygamberin kızının oğlu, vasisi ve amcazadesi olan zatın oğlu değil miyim? Şayet bu hadisi unuttu iseniz, içinizde bunu size hatırlatacak kimseler vardır. Benden ne istiyorsunuz? Medine’de Resulullahın ravzai mübarekesinin yanında kendi halimde yaşarken beni orada bırakmadınız. Mekke’de itikafa çekilmeme müsaade etmediniz. Davet nameler göndererek, ricalar ederek, yalvararak beni buraya kadar çağırdınız. Ben sizin bu davetiniz üzerine buralara kadar geldim. Şimdi beni öldürmek istiyorsunuz. Bu akıbete müstehak olabilmek için ben sizlere ne yaptım? İçinizden birisini mi öldürdüm? Yoksa birinizin malını mı gasbettim? Eğer beni istemiyorsanız bırakınız gideyim. Bu ne gaddarlık ve bu ne hilekarlıktır!
Hz. Hüseyin’in bu hitabı sonrasındaki gelişmeleri Fuzuli şöyle nakleder: ‘Cemaat bir ağızdan yaptıklarını inkara kalkıştılar. Hazreti İmam, mektupları onların önüne koyup böylece inkara mecal bırakmadıktan sonra mektupları ateşte yaktırdı. O zaman Ömer b. Sa’d gelip:
- Ey Hüseyin! Dedi, bu hikayelerden bir sonuç çıkmaz. Ya Yezid’e biat edersin yahut da ölümü göze alırsın.! Bu sözleri söyledikten sonra eline bir ok alıp:
- Ey Kufe halkı, şahit olun ve Ubeydullah b. Ziyad huzurunda da şahitlik edin ki, Hz. Hüseyin’le savaşa tutuşan ilk defa ben oldum.
Bunları söyleyerek o oku Hz. Hüseyin’e doğru fırlattı. Hz. Hüseyin sakalını eline alarak:
- Ey kavim Allah(C.C)'ın gazabı yahudilere ‘Aziz Allahın oğludur!- dedikleri zaman son şiddetini bulmuştu. Ve yine Tanrı’nın kahrı, Hıristiyan kavmine ’Mesih, Allahın oğludur’; dedikleri zaman, indi. Allahın Gazabı bugün de size Al-i Resule (Ehli Beyt’e) kastettiğiniz için erişmektedir. Bedeninizdeki her kıl, demirine su verilmiş bir hançer olsa ‘Allah sabırlıları sever, emrinden dışarı çıkmam. Ve her biriniz ayrı ayrı bana kastetmek için kin tutan askerlerden olsanız, ‘Allah sabırlıları sever! buyruğunu bırakmam. Rivayet ederler ki, Yezid’in askerleri İbni Sağd’ın gayretini gördüğünde ona uyup Hz. Hüseyin’i öyle bir ok yağmuruna tuttular ki atılan oklardan güneş görünmez oldu. Hz. Hüseyin bu hücum karşısında süvarilerine dönüp yanındakilere şunları söyledi:
- Ey ve fakir arkadaşlar ve benim için canlarını ortaya koyan insanlar! Kavgaya kendinizi hazırlayın ki, kanların döküleceği zamandır.
Çok dengesiz bir şekilde başlayan savaşta Hz. Hüseyin’in 23 süvari ve 40 piyadeden oluşan askerleri öğle üzeri olduğunda iyice azalmış durumdaydı. Hz. Hüseyin de bu az sayıda susuz ve bitkin insanla yaya olarak savaşıyordu. Sonunda Şimr’in emriyle her yandan hücum edilerek Hz. Hüseyin şehid edildi. Peygamberin torunu Hz. Hüseyin’in vücudunda otuz üç ok, otuz dört kılıç ve kargı yarası vardı(10 Muharrem 61-10 Ekim 680).
Düştü Hüseyin atından Sahray Kerbela’ya. Cibril var haber ver Sultanı Enbiyaya. Sonra çadırlar ve kadınlar yağma edildi, hasta ve yatakta olan İmam Zeynel Abidin Ali de öldürülmek istendi. Bu kanlı savaşın bitiminde İmam Zeynel Abidin yatak ve yorganlara sarılarak saklanmıştı. Hz. Hüseyin’in şehid edilmesi sonrasında çadıra koşan Şimr ‘Hüseyin’in bir oğlu daha olacak o nerede?’ diye aramaya başladı. Çadırın her tarafını arayıp çocuğu buldu. Fakat bu esnada çadırda bulunan kadınlar Şimr’e hücum ederek Zeynel Abidin’i bu caninin elinden kurtardılar.
Bu çirkin şavaşın en küçük kurbanı ise daha altı aylık bir bebek olan Hz. Hüseyin’in oğlu Ali Asgar’dı. Hz. Hüseyin’in yanındakilerden şehid olanlar yetmiş iki kişi idi. Yezid ordusunun komutanı, bu şehitlerin başlarını Vali Ubeydullah’a gönderdi. Hz. Hüseyin’in kızları, kız kardeşleri ve çocuklar da Kufe’ye Ubeydullah’ın huzuruna getirildiler. Ubeydullah’ın Peygamberin soyuna karşı davranışı çok çirkin ve kaba idi; kendilerine hakaretler ve tehditler savurdu, hatta İmam Zeynel Abidin’i öldürmek dahi istedi. Ubeydullah bundan sonra İmam Zeynel Abidin’in ellerini bağlatıp, Kerbela’da öldürülenlerin kesilmiş başlarını, çoluk çocuğu.
Şam’a Halife Yezid’in yanına yolladı. Şam’a vardıklarında onları götüren Züheyr, Halife Yezid’in yanına girip başarıyı(!) müjdelemiş ve Kerbela savaşının ayrıntılarını anlatmıştı.
Hz. Hüseyin’in ailesini getiren kafile Yezid’in sarayına getirilmişti. Kısa süre sonra ehlibeyt kadınlarını Yezid’in huzuruna çıkardılar. Kadınlar İmam Hüseyin’in kesik başını Yezid’in önünde görünce feryad ve figan etmeye başladılar. Kadınlarla birlikte zincirli bir şekilde İmam Zeynel Abidin de Yezid’in huzuruna getirilmişti. Manzaranın dehşetinden Yezid’in yanında bulunanlar bile dehşete kapılmışlar ve bunu açıkça belirtmişlerdi. Yezid Hz. Hüseyin’i ortadan kaldırdıktan sonra artık rahatlamış sayılırdı. Şimdi Ehli beyte yalandan da olsa saygılı davranabilirdi. Derhal Zeynel Abidin’in zincirlerini çözdürdü.
Yezid’in kadınlarıda Ehli beyt kadınlarını teselli etmeye çalışıyorlardı. Artık Yezid yaptığı kötülükleri ve cinayetleri unutturabilmek için Ehli Beyt’e iyi davranıyor, sarayda onlarla konuşuyor, her isteklerinin yerine getirileceğini belirtiyordu. Daha sonra Numan bin Bekir komutasındaki bir muhafız kıtası eşliğinde onları Medine’ye kadar götürdü. Yezid, Zeynel Abidin’i uğurlarken şu yalanı bile uydurabiliyordu: ‘Allah, İbni Mercame’ye lanet eylesin. Vallahi ben olsaydım babanın her isteğini yerine getirirdim. Lakin kaderi İlahi böyle yazmış ne yapalım!
Ne Allah’tan korkuları vardı, ne de Peygamberden çekinmeleri vardı, ne de utanma biliyorlardı. Şu da muhakkak ki, yeryüzünde Yezid gibi ahlak yönünden düşük insana az rastlanabilir. Onun bu işleri yapan eli Ubeydullah ise kötülük ve ahlaksızlıkta, zalimlikte efendisi ile yarış halindeydi. Şunu da bilmek lazımdır ki, Kerbela’da hak yolunda kendisinin yüz katı bir orduya karşı duran Hz. Hüseyin’in bu kahramanlığına da rastlamak imkânsızdır. Sonuç olarak Kerbela Olayı yüzyıllara damgasını vurmuş hüzünlü bir destandır.
İmam Hüseyin’in ve yanındakilerin Kerbela’da böyle feci şekilde katledilmeleri ve Peygamber sülalesinin akla gelmedik şekilde ihanete cüretleri halkı o kadar etkiledi ki, adeta Emevi saltanatı kökünden sarsıldı. Olay İran ve Hicaz'a duyulunca halkta Emevilere karşı büyük bir kin ve ayaklanma istekleri başladı. Bu durum karşısında da Yezid’in paralı kulları büsbütün kudurdu. Zulüm yolunda hiç çekinmez oldular.20 Yezid’in, Hz. Hüseyin’e, Hz. Ali soyuna ve yandaşlarına yaptıkları, Mekke ve Medine’ye saldırması İslam tarihinin en kara sayfalarını oluşturur. Emevi zalimleri Hakkı tanımamışlar, azgınlaşmışlar ve Peygamber’in Ehli Beytine olmadık şeyler yapmışlardır. Bütün bunlar sonrasında Emevi saltanatı kökünden sarsıldı ve yıkıldı. İslam alemi yüzyıllardır Peygamber torunlarına yapılan bu zulmü unutmadı. Nihayet bir gün Muhtar isimli bir kahraman arkadaşları ile birlikte ayaklandı. Kufe şehrindeki Ömer bin Sa’d ile Kerbela Olayına katılanlardan 210 kişi kılıçtan geçirildi. Bu karışıklıklar sırasında kaçmaya çalışan Hz. Hüseyin’in katili Şimr de yakalandı ve katledildi.
İslam tarihinde Muharrem ayı içerisinde gerçekleşen bu facia her yıl canlandırılır. Ehli Beyt için ağıtlar, mersiyeler söylenir, matem tutulur. Hz. Ali’nin türbesi Necef’tedir. İmam Hüseyin, Ali Ekber, Ali Asgar ile birlikte Kerbela’da şehid düşen 72 kişinin mezarı vardır.Hz. Ali’nin türbesinin bulunduğu yere Meşhed-i Ali denir. Meşhed bir şehidin şehid olduğu yer demektir.
Kerbela İmam Hüseyin’in şehadetinden bu yana İslam Dünyasında özellikle Anadolu Alevileri için büyük bir kudsiyete sahip olmuştur. İran ve Türk Edebiyatlarında Maktel-i Hüseyin adı altında bir edebi türe de yol açan bu facia yüzyıllardır hafızalardan silinmemiştir. Kerbela Şehri, Bağdat’tan 80 km. Ve Fırat’ın 25 km. Batısında bulunmaktadır. Hem Şah İsmail hem Kanuni, Necef’le birlikte Kerbela’yı ziyaret etmişler ve İmam Hüseyin’in türbesine karşı çok saygı ve bağlılık göstermişlerdi.
|
HZ. HÜSEYİN VE KERBELA (Sunni Kaynak)
Hz. Muhammed (S.A.V)'in 632 yılında vefat etmesinden sonra Müslüman toplumunun başına kimin geçeceği kaygısı baş gösterdi. Müslümanların bir kısmı ilk olarak Hz.Ebu Bekir'in halifeliğini kabul ettiler. Hz.Ebu Bekir'den sonra sırasıyla Ömer bin Hattab, Osman bin Affan ve Ali bin Ebu Talib'in halifeliğini kabul ettiler. Bununla beraber bir kısım müslümanlar peygamberin kuzeni ve damadı olan, çocukluğundan itibaren peygamberin evinde büyümüş ve onu korumak için kendi hayatını tehlikeye atmış olan Hz.Ali'nin ilk halifelik için daha doğru bir seçim olduğunu düşünüyorlardı.
Müslümanların bir kısmı Hz.Ali'nin yanlış olduğunu düşünmekle beraber kendinden önceki halifeleri kabul ettiğine inanırlar. Bununla beraber kendi halifeliğine kadar hiçbir savaşa katılmayışı diğerlerini halife olarak kabul etmediğine yorulur. Hz.Osman asiler tarafından öldürülünce, Hz.Ali başa geçti. Osman'ı halife kabul edenler onun katilini bulana kadar Ali'yi halife olarak kabul etmeyeceklerini söylediler ve Müslüman toplumu ilk kez iç savaşa sürüklendi. İslam Devleti Hz.Ali ve Muaviye önderliğinde ikiye bölündü.
Hz.Ali, 661 yılında Haricilerden Abdurrahman bin Mulcem tarafından gerçekleştirilen bir suikastte hayatını kaybetti ve iktidar 20 yıllığına düşmanı I. Muaviye'nin eline geçti.
Muaviye, oğlu Yezid'in kendinden sonraki halife olarak kabul edilmesini daha hayatteyken garantiye almaya çalıştı. Taraftarlarına Yezid'e bağlılık yemini ettirdi. Yezid başa geçince ilk iş olarak Medine valisine bir mektup yazarak Hüseyin bin Ali'ye değil, kendisine itaat etmesini, aksi takdirde bunu canıyla ödeyeceğini bildirdi. Bu arada Hz.Hüseyin Küfe'lilerden kendisine bağlılıklarını sunan mektuplar alıyordu. Halife olduğunu ilan ederse Hüseyin'i destekleyeceklerini söylüyorlardı. Hüseyin bu teklifleri ciddiye aldı ve Küfe'deki taraftarlarının gerçekte olduğundan çok daha fazla olduğunu zannetti. Yaklaşık 70 taraftarı ve ailesi ile Küfe'ye doğru yola çıktı.
Sayıca fazla olmayan Küfe'li taraftarları Yezid tarafından bastırıldı. Hüseyin ve beraberindekiler Kerbela'da Yezid'in 4500'e yakın adamıyla karşılaştılar. Burada meydana gelen savaşta Hüseyin ve taraftarlarının hepsi öldürüldü ve ailesi esir alındı.
Şii ve Alevi Müslümanlığında bu olayın çok önemli yeri vardır. Onlara göre Ali'nin oğulları yenilmez savaşçılardır, çok yüce şahsiyetlerdir ve halifelik makamının su götürmez sahibidirler. Sünni müslümanlığında da en yüce Sahabelerden ve dört büyük halifeden birinin oğulları oldukları için çok yüce şahsiyetlerdir ve dini liderler olarak kabul edilirler. Sünnilere göre de seçilmemiş ve zorla başa gelmiş bir halife tarafından katledilmişlerdir.
Klasik İslamî kaynaklar dışında, birkaç bin piyade ve 500 okçudan oluşan bir güvenlik gücü Hüseyin bin Ali'nin taraftarlarının ve ailesinin etrafını sardı. Savaş Hüseyin ve tüm adamlarının ölümüyle sonuçlandı. Savaşın detayları konusunda tam bir fikir birliği yoktur. Gerçekler zamanla romantik ve ruhani detaylarla süslenmiştir.
Şii kaynaklarına göre Hz. Muhammed (S.A.V) sağlığında Ali bin Ebu Talib ve sonrasında da oğullarını kendinden sonraki halifeler olarak atadı ancak iktidar baskıyla başkalarının eline geçti. I. Muaviye öldüğünde adil düzenin tekrar sağlanması için bir fırsat doğdu. Muaviye'nin oğlu Yezid, Hüseyin'in iktidarda hak iddia etmesinden çekiniyordu. Bu nedenle bir elçi göndererek kendisine itaat etmesini istedi. Hüseyin bu teklifi reddetmesinin bir görev olduğuna inanıyordu. Medine'den Mekke'ye doğru hac için yola çıktı.
Bu arada Küfe'den kendisini destekleyeceklerine dair mektup aldı. Sancağını açıp hakkı olanı almak amacıyla yönünü Küfe'ye çevirdi. Yolun bir kısmını aşmıştı ki Yezid'in Küfe'ye Ubeyd-Allah bin Ziyad'ı vali olarak atadığını, beraberinde bir ordu gönderdiğini, Küfe'lilerin savaşmaktansa itaat etmeyi yeğlediklerini öğrendi. Buna rağmen yoluna devam etti. Öldürüleceğini biliyordu ancak ölümünün Yezid'in kötülüğünü dünyaya ispat edeceğini düşünüyordu. Küfe yakınlarındaki Kerbela'da kamp kurdu.
Kuşatma, Yezid'in valisi ibn Ziyad'ın 30 bin kişilik bir orduyu Hüseyin'in üzerine gönderdi. Askerler kampın etrafını sardılar ve Hüseyin ile görüşmelere başladılar. Hüseyin, kuşatmanın kaldırılmasını, kendisi ile birlikte ailesi ve taraftarlarının da Irak'ı terketmesine izin verilmesini istedi. Ordunun komutanı Ömer bin Sa'd bu teklifi makul buldu ve üstlerine iletti. Bu teklif ibn Ziyad'ın da hoşuna gitti ancak yönetimde söz sahibi olan Emevilerden Şimr bin Zi'l-Cevşen, Bahteri bin Rebia ve Şeys bin Rebia karşı çıktılar. Ömer bin Sa'd'a Hüseyin ve beraberindekileri öldürmesini, yoksa kendi canından olacağını söylediler.
Muharrem ayının 7'sinde Ömer bin Sa'd çemberi daralttı ve kampın su yollarını kesti. Ölüm - kalım mücadelesi Muharrem ayının 9'unda, kampın su kaynakları tükendi ve önlerinde sadece ölmek ya da teslim olmak seçeneği kaldı. Hüseyin, İbn Sa'd'a sabaha kadar ibadet etmek istediklerini söyledi ve bu nedenle mühleti uzatmasını istedi. İbn Sa'd isteğini bir kez daha kabul etti. Hüseyin adamlarına, teslim olmaya niyeti olmadığını, savaşacağını söyledi. Sayıca çok yetersiz oldukları için, öldürülecekleri aşikardı. Yine de hepsi ölmeyi tercih etti. Hüseyin herkesin kampı terkedip, gece karanlığından yararlanarak kaçmakta serbest olduğunu söyledi ancak hiçbiri yerinden kıpırdamadı.
Ertesi sabah Hüseyin'in adamları düşman ordusunun ön saflarını yanaşıp teker teker düşman ordusundaki akrabaları ve arkadaşları ile konuştular. Savaşmamalarını istediler. Hüseyin düşman askerlerine uzun bir nutuk çekti. Bu konuşma öylesine etkili oldu ki, Yezid'in generallerinden Hur, devasa düşman ordusunu terkedip, Hüseyin'in bir avuç ordusuna katıldı.
İbn Sa'd diğer adamlarının da saf değiştirmesinden korkup, Hüseyin'e ilk oku atarak savaşı başlattı. Savaş önce düello şeklinde cereyan etti. Hüseyin önce Temim bin Kahta ile döğüştü. Onu bir kılıç darbesiyle öldürdü. Sonra Arap aleminin korkulan savaşçısı Zeyd Ebtahi'yi ikiye böldü.
Hüseyin'in taraftarlarından ilk olarak Hur, Habib bin Mezahir gibi Hüseyin'in ve babası Ali bin Ebu Talib'in yakın arkadaşları döğüştüler ve birer birer hayatlarını kaybettiler. Bunlardan sonra Hüseyin'in akrabaları döğüştüler. Peygamberin sülalesi Haşimoğulları birer birer yok oldu. Ölenler arasında Hüseyin'in oğlu Ali Ekber, kardeşi Hasan'ın oğlu Kasım, tek taraftan kardeşi ve sancaktarı Abbas da vardı. Bu arada Yezid'in ordusu çok fazla kayıp vermişti.
Kadınlar ve çocuklar çadırlarda birbirlerine sarılmış, savaşın bitmesini bekliyorlardı. Hüseyin'in oğlu İmam Ali bin Hüseyin de, savaşamayacak kadar hasta olduğu için çadırdaydı. Hüseyin diğer oğlu Ali Aşgar henüz altı aylıktı ve susuzluktan ölmek üzereydi.
Hüseyin oğlunu kucağına aldı ve Yezid'in ordusunun karşısına dikildi. Çocuğa bir yudum su vermelerini istedi. Ama Hurmala bin Kahil, Ömer bin Sa'd'ın emri ile çocuğu okla vurdu. Boynundan vurulan bebek oracıkta can verdi.
Hüseyin oğlunu gömdükten sonra tekrar düşmanın karşısına çıktı ve onları teslim olmaya davet etti. Birebir savaşta çok fazla kayıp veren Ömer bin Sa'd'ın ordusu Şimr bin Zi'l Cevşen'in emriyle toplu hücuma geçti ve her taraftan ok ve mızraklar Hüseyin'in üzerine yağmaya başladı. Sinan bin Enes en-Nehai veya Şimr bin Zi'l Cevşen kafasını kılıçla keserek Hüseyin'i öldürdü. Hüseyin kafası kesilmeden önce zamanı sordu. Muharrem ayı, cuma günü, namaz vakti dediler. Bunun üzerine namaza durdu ve namazda öldürüldü. Kafası mızrağa takıldı ve herkese gösterildi. Üzerindeki değerli eşyalar alındı ve yarı çıplak bırakıldı.
Ubeydullah bin Ziyad'ın emri üzerine Hüseyin'in cesedi atlara çiğnetildi. 72 ölünün cesedi El-Gadiriye köylüleri tarafından ertesi gün defnedildi. Daha sonra Yezid'in ordusu çadırlara girdiler ve kampı yağmalamaya başladılar.
Ertesi gün kadınlar ve çocuklar develerle yargılanmak üzere Küfe üzerinden Şam'a götürüldüler. Çok kötü muamelelere tabi tutuldular. Açlık ve susuzluğun üzerine Hüseyin ve askerlerinin kaybının acısı da eklenmişti. Yezid'in bu kötülükleri yapmaktaki amacının Hüseyin'in destekçilerinin ne hallere düştüğünü gösterip, halkın desteğini kaybetmesini sağlamak olduğu söylenir.
Bununla birlikte Kerbela'dan Küfe'ye ve Küfe'den Şam'a yapılan yolculuklarda Hüseyin'in kız kardeşi Zeynep bin Ali ve oğlu Ali bin Hüseyin, her fırsatta Yezid'in neler yaptığını ve Kerbela'da işlenen suçları Müslümanlara anlattılar. Yezid'in mahkemesine çıkarıldığında Zeynep büyük bir cesaret örneği sergileyerek Yezid'in Halifeliğinin geçersiz olduğunu ilen etti ve Hüseyin'in Yezid'e başkaldırısını övdü.
Tutuklular bir sene Şam'da tutuldular. Hüseyin'in 4 yaşındaki kızı Sakine bin Hüseyin acıya dayanamayarak vefat etti. Yerel halk tutukluları hapiste yalnız bırakmadı ve Zeynep bin Ali ile Ali bin Hüseyin her gelen ziyaretçiye Hüseyin'in haklı davasını anlattılar. Günümüz Suriye ve Irak'ına denk gelen topraklarda Yezid aleyhtarı oluşumlar başgöstermeye başladı. Durumdan endişelenen Yezid tutukluları serbest bırakarak Medine'ye gönderdi. Yaşananlar kulaktan kulağa yayıldı ve Kerbela Olayı günümüze kadar Aşure Günü'nde yad edile geldi.
Kerbela'da yaşananlar her yıl Şii, Alevi ve bir kısım Sünni Müslümanlar tarafından anılır. Yas tutma savaşın gerçekleştiği Muharrem ayının 10'unda (Aşure Günü) doruğa çıkar. Bu günde konuşmalar yapılır, yapılanlar tiyatro şeklinde canlandırılır ve ağıtlar yakılır. Hüseyin'in neden hayatını feda ettiği özellikle vurgulanır. Baskıya ve zulüme teslim olmadığı belirtilir.
Filozof ve sosyolog İbn Haldun'a göre Hüseyin akıllı ve içtihat sahibidir. Yani ayet ve hadisleri anlamaya ve doğru şekilde yorumlamaya muktedirdir. Ona göre adaletli bir Halife olmayan Yezid saflarında savaşmak caiz değildir. Hüseyin'e karşı asker göndermesi fasıklığını kuvvetlendirir. Bu nedenle Hüseyin'in şehit, ecirli ve sevaplı olduğunu belirtir.
Ali bin Ebu Talib ile Muaviye arasında gerçekleşen Sıffin Savaşı sonrasında İslam Devleti ikiye bölünmüştür. Ali yönetiminde başkenti Kufe olan ve Muaviye yönetiminde başkenti Şam olan iki devlet kurulmuştur. Ali'nin bir Harici tarafından öldürülmesi, sonrasında da Hüseyin bin Ali ve Yezid arasında gerçekleşen Kerbela Savaşı ile bu ayrım derinleşmiş ve İslam'da mezhep ayrılığının temel nedenlerinden biri olmuştur. Kerbela Olayı Alevi ve Sünni Müslüman coğrafyada birçok edebi ve müzikal esere konu olmuş, mersiye gibi yeni türlerin doğuşuna neden olmuştur.
|