hudeybiye barisi
HUDEYBİYE BARIŞI (13 Mart 628) |
Hz. Peygamber ve ashabının Kabeyi ziyaret maksadıyla Mekkeye gitmek istemeleri ve bunun müşrikler tarafında engellenmesi üzerine çıkan olaylardan sonra müslümanlarla müşrikler arasında yapılan anlaşma. Allah Rasûlünün hicretinin üzerinden mücadeleler ve savaşlarla dolu altı yıl geçmişti. Hem muhacirler, hem de Ensar, Kâbeyi ziyaret özlemiyle yanıp tutuşuyorlardı. Allahın elçisi, bu yılın Zilkade ayının başında bütün ashabın özlemlerine beklentilerine cevap anlamı taşıyan bir rüya gördü. Rüyasında ashabı ile birlikte güvenlik içinde Kâbeyi ziyaret ediyordu. Rasûlullahın ashaba anlattığı rüya, hızla bir muştu gibi yayıldı Medineye. Hz. Peygamber bu genel coşku üzerine, Kâbeyi ziyaret etmek isteyenlerin hazırlanmasını emretti. Hattâ İslamı kabul etmeyen kabileleri bile kendileriyle birlikte hac yapmaya çağırdı. Hazırlıkların tamamlanmasından sonra, Zilkadenin ilk Pazartesi günü (13 Mart 628) bin dörtyüz kişi ile birlikte Mekkeye doğru hareket etti. Niyetinin barış olduğunu göstermek için yanlarına yolcu kılıcı denilen kılıçtan başka savaş silahı almamışlardı. Zül-Huleyfe mevkiine geldiklerinde ihrama girdiler ve Umre için niyet ettiler. Yanlarında Mekkede kurban edilmek üzere sabin alman yetmiş deve bulunuyordu ve bunlar kurbanlık olduğu belli olacak biçimde nişanlanmıştı. Mekkeli müşrikler Hz. Muhammedin hareketini öğrenince toplanarak ne pahasına olursa olsun, Rasûlullahın Mekkeye girmesine izin vermemeyi kararlaştırdılar. Rasûlullahın Mekkeye daha fazla yaklaşmasına engel olmak üzere de Halid bin Velid komutasında ikiyüz atlıdan oluşan bir birlik gönderdiler. Bu arada Hz. Peygamber Hudeybiye mevkiine gelmişti. Devesi burada kendiliğinden çöktü ve bütün çabalara rağmen kaldırılamadı. Bunun üzerine çeşitli fikirler ileri sürenlere karşılık Allah Rasûlü,"Filin Mekkeye girmesine engel olan kuvvet bu deveyi de çökertti" diyerek herkesin inmesini emretti. Peygamber Efendimiz, Mekke müşriklerinin durumu anlama ve umreyi gerçekleştirebilme konusunu görüşmek için Hz. Osman (r.a)ı Mekkeye gönderdi. Hz. Osman (r.a) kiminle görüştü ise, umre yapmanın mümkün olmadığını anladı. Zira müşrikler, müslümanların Mekkeye girişini kendileri için büyük bir zillet sayıyorlar ve bütün Arap dünyasının gözünden düşecekleri şeklinde yorumluyorlardı. Bundan dolayı umre hiç mümkün gözükmüyordu. Bu arada Hz. Osman (r.a)nın tutuklandığı ve öldürüldüğü haberi yayıldı. Bu haber üzerine peygamber Efendimiz, bütün müminlerden "ölüm" üzere beyat aldı. Ashab-ı Kirâmın ölüm için yarışırcasına beyat etmelerini müşriklerin casusları da görüyorlardı. Bu durumu süratli bir şekilde Mekkeye bildirdiler. Sahabenin beyatını bildiren âyet-i kerimede şöyle buyurulur: "Sana beyat edenler gerçekte Allaha beyat etmektedirler. Allahın eli onların ellerin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, kendi aleyhine bozmuş olur ve kim Allaha verdiği sözü tutarsa Allah ona büyük bir mükafat verecektir" (el-Feth,10) ve "Allah şu müminlerden razı olmuştur ki, onlar ağacın altında sana beyat ediyorlardı. Allah onların gönüllerindekini bildiği için onların üzerine huzur ve güven indirdi ve onlara yakın bir fetih verdi. Yine onlara alacakları birçok ganimetler bahşeyledi. Allah üstündür, hikmet sahibidir" (el-Fetih,18-19) âyetleri bu olayı anlatmakta ve Cenab-ı Hakkın biat edenlerden razı olduğunu bildirmektedir. Bu âyetlerden dolayı, bu beyata, razılık biatı anlamında "Biatür-Rıdvân" ve Hz. Peygamberin altında oturduğu ağaca da razılık ağacı anlamında "Şeceretür-Rıdvân" adı verilmiştir. Kısa bir aradan sonra Hz. Osman (r.a)la ilgili ölüm haberinin asılsız olduğu anlaşılmıştır. |
Bu arada karşılıklı elçiler gidip geliyor, bir uzlaşma yolu aranıyordu. Müşrikler müslümanların Mekkeye girmelerine izin vermeyeceklerini açıkça söylüyorlardı. Hz. Peygamber ise "Biz buraya kesinlikle savaşmak için gelmedik. Amacımız Kâbeyi ziyarettir, Umre yapmaktır. Kureyşliler eski savaşlarda zayıf düşmüşlerdir. Dilerlerse onlarla bir anlaşma, bir sure için barış anlaşması yapmak isterim. Kabul ederlerse ne âlâ, aksi takdirde Allaha yemin ederim ki, ölünceye kadar onlarla savaşırım" diyerek barış öneriyordu. Allah Rasûlünün kararlılığı yüzünden müşrikler savaşı göze alamadılar. Amr oğlu Süheyli kendileri adına bir anlaşma yapmak üzere gönderdiler. Rasûlullah ile Süheyl uzun görüşmelerden sonra anlaşma şartlarını tesbit ettiler. Buna göre; 1-Müslümanlarla müşrikler on yıl süreyle savaşmayacaklar, birbirlerine saldırmayacaklardı . 2- Müslümanlar bu yıl Kabeyi ziyaretten vazgeçerek geri dönecekler, ancak gelecek yıl umre yapacaklar, müşriklerin boşaltacağı Mekkede üç gün kalacaklar ve yanlarında yolcu kılıçlarından başka silah taşımayacaklardı. 3- Mekkeden birisi müslüman olarak Medineye sığındığı zaman iade edilecek; fakat Medineden Mekkeye sığınanlar iade edilmeyecekti. 4- Arap kabileleri istedikleri tarafla anlaşma yapmakta serbest olacaklardı. Hudeybiye andlaşmasının bütün şartları görünüşte müslümanların aleyhine idi. Bu nedenle müslümanlar büyük bir hayal kırıklığına uğradılar. Bu andlaşmayı bir aşağılanma, bir küçük düşürülme olarak kabul ettiler. "Sen Allahın Rasûlü değil misin? Davamız hak dava değil mi? Bu zilleti neden kabul ediyoruz?" diyen Hz. Ömerin sözleri, müslümanların genel üzüntülerinden doğan tepkinin dile getirilişinden başka bir şey değildi. Fakat şüphesiz Allah ve Rasulü neyin hayırlı, neyin şer, neyin izzet, neyin zillet olduğunu daha iyi bilirdi. Allah Rasûlünün kurbanlarını kesip başlarını tıraş etmeleri isteği yankısız kaldı. Büyük bir üzüntü ile çadırına girdi. Sonra müminlerin annesi Ümmü Seleme hazretlerinin tavsiyesi üzerine kendi kurbanını kesti ve tıraş oldu. Bunun üzerine bütün müslümanlar yarışırcasına kurbanlarını kesip tıraş oldular. |
Hudeybiyede ondokuz gün kalındıktan sonra Medineye doğru yola çıkıldı. Yolda, "Biz sana apaçık bir fetih verdik. Bununla Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlayacak ve sana olan nimetini tamamlayacak ve seni doğru bir yola iletecek. Allah sana şanlı bir zafer verecek" (el-Fetih, 481,2) âyetleriyle başlayan Fetih Sûresi nazil oldu. Şanı yüce Allah, Hudeybiye barışını bir "Feth-i Mübin" (apaçık bir fetih) olarak niteliyordu. Gerçekten de bunun böyle olduğu çok geçmeden herkes tarafından anlaşıldı. Hudeybiyeyi Hayber gibi, Mekkenin fethi gibi zaferler izledi. Hudeybiye andlaşmasının en önemli yanlarından veya sonuçlarından birisi hiç kuşkusuz siyasî yönüdür. Daha önce Mekkeli müşrikler, Medine İslam toplumunun varlığına bile tahammül edemezlerdi. Hatta müslümanları kökten yok etmek amacıyla Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarında olduğu gibi birçok girişimde bulunmuşlardı. İşte bu andlaşma ile ilk kez müşrikler Medine İslam toplumunu resmen tanınmış oluyorlardı. Bu durum İslamın kabileler arasından büyük bir önem kazanmasına neden oldu. Andlaşmadan önce müslümanlarla müşrikler arasında hemen hiç bir ilişki yoktu. Hudeybiyeden sonra ise iki taraf arasındaki ticari ve ailevi ilişkiler canlandı. Hz. Peygamber istediği yerde İslamı rahatça tebliğ etme imkanına kavuştu. Bu nedenle hem Mekkede, hem de çevre kabileler arasında İslamı kabul edenler hızla arttı. Öyle ki, Hudeybiye ile Mekkenin fethi arasında geçen iki yıl içinde müslüman olanların sayısı, Hudeybiyeden önceki ondokuz yıl boyunca müslüman olanların iki katına ulaşmıştı. Andlaşma maddelerinden müslümanları en çok üzenlerden birisi, Mekkeden kaçan müslümanların iade edilmesi hakkındaki madde idi. Daha andlaşma imzalanır imzalanmaz zincirlerini sürükleyerek gelen Ebu Cendelin, "Müslüman olduğum için bu kadar zulümlere işkencelere uğramıştım. Beni tekrar aynı işkencelere atmak mı istiyorsunuz? Beni yine müşriklere mi teslim edeceksiniz?" çığlıklarına rağmen antlaşma gereğince Kureyş adına andlaşmayı yapan müşrik Amr oğlu Süheyle teslim edilmesi, müslümanları gözyaşları içinde bırakmıştı . Süheyl b. Amr, oğlu Ebû Cendeli çeke çeke Kureyşlilerin yanına götürdü. Müslümanlar, onun feryadına dayanamayarak ağlamaya başladılar (Vâkıdî, Meğâzı, ll, 608den naklen Asım Köksal, İslâm Tarihi, Vl, 204). Hz. Muhammed (s.a.s), Ebû Cendeli şu sözleriyle teselli ediyordu: "Ey Ebû Cendel, şu toplulukla aramızda yazılan barış yazısı tamamlandı. Sen biraz sabret, katlan, yüce Allahtan da bunun ecrini dile. şüphesiz Allah, senin ve senin yanında bulunan zayıf müminler için bir genişlik ve çıkar yol ihsan edecektir. Biz onlara Allahın ahdiyle söz verdik, onlar da bize söz verdiler. Onlara verdiğimiz sözü çiğneyemeyiz. Verdiğimiz sözde durmamak bize yaraşmaz" (Asım Köksal, a.g.e, Vl, 204). Hz. Ömer, bu geri çevirmenin dış görünüşüne bakarak çok üzülmüş, din için bu kadar hakarete katlanmanın sebebini anlayamadığını söylemişti. Mekkeye girip, Beytullahı ziyaret etmeyi uman sahabe bu gerçekleşmediği gibi Hudeybiye Andlaşması gibi aleyhlerine olan bir sözleşmeyi kabul etmek zorunda kalmışlardı . Mekkeden kaçan fakat Medineye kabul edilmeyen müslümanlar Mekke Şam kervan yolu üzerindeki İs mevkiinde üslendiler. Kısa zamanda sayıları üçyüze ulaşan müslümanlar müşriklere karşı gerilla savaşı yürütmeye başladılar. Kureyşin kervanlarına saldırıyor, ellerine düşen Mekkeli müşrikleri öldürüyorlardı. Kureyş müşrikleri bu durum karşısında müslümanları Mekkede tutmanın zarardan başka bir şey getirmeyeceğini, gerçekten iman etmiş bir mümini hapsetmenin serbest bırakmaktan daha zararlı olduğunu anladılar ve ilgili maddenin andlaşmadan çıkarılması için başvurdular. Bunun üzerine Rasûl aleyhisselam isteklerini kabul ederek İsteki müslümanları Medineye çağırdı. Bütün bu sonuçlar Hudeybiye barışının göründüğü gibi kötü bir anlaşma olmadığını, tersine müslümanlara zafer kapılarını açan bir "feth-i mübin" olduğunu açık bir biçimde ortaya koymaktadır. |
Bugün 293 ziyaretçi (428 klik) ile buradaydı.©