“Dağlar göçüveren bir kum yığını haline gelecektir.” (Müzzemmil, 14)
“Yer dümdüz edildiğinde, içinde olanları dışa atıp boşaldığında” (İnşikak, 3-4)
Yeryüzünün içindeki ağırlıkları basınçla kusarak magma ve lavla kaplanmasının ardından, hayat son bulacak ve lavlar donarak üzerinde hiç yükselti olmayan dümdüz bir kayalığa dönüşecektir. Bu denli büyük bir lav patlamasının yeryüzünü dümdüz bir ova haline getireceğini vahiy almadan Peygamber Efendimizin bilmesine yine imkân yoktu.
“O gün, göğü kitabın sayfalarını katlar gibi düreriz. Ve onu yaratılışa ilk başladığımız duruma iade ederiz. Bu üzerimizdeki bir vaattir. Elbette gerçekleştireceğiz.” (Enbiya, 104)
Böyle büyük bir felaket yani kıyametin göğün yapısını değiştireceğini hatta ilk haline geri çevireceğini söylüyor ayetler. Peki, göğün ilk hali Kuran’da nasıl anlatılıyordu?
“Sonra duman halinde olan semaya yöneldi. Sonra da ona (semaya) ve arza: “İsteyerek veya istemeyerek gelin.” dedi. İkisi de: “İsteyerek geldik.” dediler.” (Fissulet, 11)
“Hadean” ismi verilen oluşum devresinde aşırı volkanik patlamalar ve gaz çıkışı nedeniyle tüm atmosfer duman kaplıydı. Ve bu zehirli sıcak gazlarla dolu yüksek basınçlı atmosferin zamanla kimyasal yapısı değişerek şimdiki berrak ve temiz atmosferimizin yerini almıştı. Ayetler mucizevî şekilde çok büyük bir depremin ve magmanın tüm dünyada fışkırmaya başlaması sonucunda atmosferin ilk yaratıldığı dönemlerdeki gibi zehirli duman ve gazlarla kaplanacağını, duman haline geleceğini haber vermektedir.
“Güneş dürüldüğü zaman” (Tekvir, 1)
“Gezegenler saçıldığı zaman” (İnfitar, 2)
Kıyamet, hesap verme dönemi, ahiret yaşamını anlatan tekvir suresinin bu ayetlerinde ilginç bir astronomik bilgi verilmektedir. Güneşin dürüleceği; yani büzüşüp küçüleceği bilgisini; Gerçekten de güneş gelecekte kızıl dev evresine geçerek dünyayı yutacak kadar büyüyecek ve ardından hızlı şekilde büzüşerek yani dürülerek beyaz bir cüceye dönüşecektir. Bu olay sonunda gezegenler yörüngelerinden çıkarak büyük felaketlerle karşılaşacaklardır.
“Yıldızlar ‘söndürüldüğü’ zaman!” (Mürselat, 8 )
Modern bilim gelecekte yıldızların ışığının da mutlaka soğuyup söneceğini ya da bir karadelik tarafından yutulup çökertilerek söndürüleceğini tespit etmiştir.
“Çöktüğü zaman yıldıza andolsun!” (Necm, 1)
Güneşin başına gelecek bu çökmenin, yıldızların başına da geleceğini yani güneşinde herhangi bir yıldız olduğunu ifade edercesine Yaratıcı büyük bir ilimle göğün sırlarını insanlara açıklıyordu. Yıldızların ve güneşin çökeceğini ve gezegenlerin yörüngelerinden çıkacağını kim bilebilirdi ki?
“(Allah), geceyi, gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı sizin hizmetinize verdi. Yıldızları da, kendi emrine boyun eğdirdi. Muhakkak bunda, akıl edecek bir topluluk için deliller vardır.” (Nahl, 12)
İnsanoğlu tüm çağlar boyunca yıldızlara ulaşma hayalleri kurdu ve içten içe bir gün gidebileceğine inandı. Fakat Allah Yüce Kuran’da güneş, Ay’ı ve Dünya’yı insanlara istifade ve hizmet aracı kılacağını söylemiş fakat yıldızları bundan ayrı ifade etmiştir ki bu da insanoğlunun hiçbir zaman kıyametten önce yıldızlara erişip kendi hizmeti için istifade edemeyeceği anlamına gelmektedir. Bilimsel araştırmalar göstermiştir ki güneşten sonra en yakınımızdaki yıldız olan sönük kırmızı cüce Proxima Centauri yıldızı dahi bize yaklaşık 37,84 trilyon km. uzaklıktadır. En hızlı uzay araçları ile bile bu yolun yüz bin yıldan az sürede asla gidilemeyeceği tahmin edilmektedir. Bu durumda göstermektedir ki; diğer yıldızlar hatta en yakınımızdaki bile insanoğlunun asla fayda elde edemeyeceği durumda veya uzaklıktadır.
Toprak içine düşen her tohumu dirilterek çıkaran bir anne rahmi gibiydi. Ve bir tohum gibi toprağa düşen DNA yeniden dirilişin gizemini içinde barındırıyordu.
Çok uzun çağlar sonra Yaratıcı’nın egemenliği ile yüksek bilgi ve güce sahip bir topluluk ilahi emirle dirilişi ve adaleti gerçekleştirmek için Dünya’ya gelecekti. Eski metinlerde onlar için göklerden gelenler ya da Yaratıcı’nın güçlü orduları; Kutsal kitaplarda ise onlara “melekler” denmişti.
“Rabbin gelip melekler saf saf dizildiğinde, ki Cehennem de o gün getirilmiştir…” (Fecr, 22-23)