sahabe
PEYGAMBER EFENDİMİZ VE SAHÂBESİ Sevgili okuyucular! Allah'ın Sevgilisi, Kâinatın Efendisi, Yüce Yaratan'ın Biricik ve En Son Peygamber'I, Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in, yaşadığı o gönüller dünyasında yaşamayı hiç hayal ettiniz mi? Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in etrafında pervane olmuş, O'nun aşkıyla yanıp tutuşmuş olan sahâbeyi tanımak, onların yaşadığı herşeyi yaşamak...
Düşmanları yere seren, kale kapılarını bir lahzada kaldırabilen ve putları deviren, insanları o ünlü kılıcıyla yere seriveren Hz. Ali'nin Peygamber'e aşkıdır ki; onu Allah'ın yenilmez arslanı yaptı. Şair, Hz. Ali için ne diyor: O Cenab-ı Muhammed; varlığın bir tanesi, işte güneş, ay, yıldız O'nun nurunun pervanesi... Yalnız güneş, ay, yıldız mı? Ashab-ı kiram, gelmiş geçmiş bütün nebîler ve bütün resûller O'nun nurunun pervanesi olmamışlar mı? Peygamber Efendimiz (S.A.V), 14 asır önce İslâmiyeti tebliğ etmekle görevli kılınmış ve bu görevini yerine getirerek bütün hayatı boyunca İslâmiyeti insanlara tebliğ etmiştir. O'na tâbî olan ashab-ı kiram ise İslâmiyeti O'nunla birlikte yüceltmiştir. Gayretleriyle, mücâdeleleriyle, fedakârlıklarıyla ve Allah için uğruna akıttıkları tertemiz kanlarıyla... Onlar 14 asır evvel İslâmiyeti yaşayarak ve yaşatarak yüceltmişlerdir. Allahû Tealâ, bütün zamanlarda yaşayan mü'min kullarına sahâbeyi örnek göstermektedir. Zebur'da, Tevrat'ta, İncil'de ve Son Kitap Kur'ân-ı Kerim'de. Henüz sahâbe dünyada mevcut değilken, onların yaşayacakları hayatlarını geçmiş yüzyıllarda yaşamış insanlara örnek göstermiştir. Sahâbeden asırlar sonra bugün bizlere yine sahâbeyi örnek göstermektedir. Onlar, Allah'ın bütün emirlerini yerine getirmiş olmaları sebebiyle saadet devrini yaşadılar ve bütün âlemlere, bütün zamanlara örnek oldular. İki Cihan Sultanı'na, Şahitlerin Şahidi Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e hizmet etmiş, O'nun en yakını olmuş, O'nunla birlikte gelen nura uymuş aşık sahâbeler, Allah dostları, Allah taraftarları oldular. "Bu ne sevda ki yere uzanmış yiğitlerim, Bir başka güzellikte göz nuru şehitlerim." diyor şair. Kimin için? Sahâbe için. Canlarını, Allah uğruna seve seve veren, şehit olmak için birbirleriyle yarışan sahâbe için. Ancak sahâbe, sahâbe olmadan evvelki devirlerini, körleşen, katılaşan kalpleriyle küfür ve vahşet içinde yaşadıkları zamanlarını hayatları boyunca hiç unutmadılar. Neden unutmadılar biliyor musunuz? Allah'a köle olabilmek için, onları bedevî halden alıp da gıybet çukurunun, ateşten bir çukurun içinden kurtaran şefkatle, merhametle, güzellikle, ilimle, hilmle irşada ulaştıran Güzeller Güzeli Sevgili Peygamberimiz (S.A.V)'in kölesi olabilmek için. O Sevgili Peygamber ki; onların üzerine kol kanat germiş, onları korumuş, muhafaza etmiş, onları hidayete, irşada ulaştırmıştı. Peygamberimiz sahâbe için: "Benim sahâbem gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine tâbî olursanız, hidayete erersiniz." demişti. Bedevîyi sahâbe haline getiren, Güzeller Güzeli Sevgili Peygamberimiz'in övgü dolu sözleri. Buna karşılık sahâbe kendi hayatlarından da önde tuttuğu Sevgili Peygamberleri'ne karşı edebte haddi aşmamak gayesiyle geldikleri noktayı, bir zamanlar ne olduklarını hiç unutmadılar. Kendilerini o zillet çukurundan çıkaran Peygamberleri'nin kadir ve kıymetini unutup da gaflete düşmekten çok korktular. İşte bu sebeple o Peygamber aşıkları, Sevgili Peygamberimiz (S.A.V)'in değerini insanlık dünyası içinde bu âlemde en iyi bilenlerdir. Onların hepsinin adını anmak, hepsini bu satırların içine sığdırmak elbette mümkün değil. Belki bütün hayatımızı versek, onları anlatmaya yine yetmeyecektir. Ancak kitabımızda onları sonsuz hürmet, sevgi ve hasretle anmak istiyoruz. Bu sebeple Rabbimizin hoşgörüşüne sığınarak onların içinden bazılarına ait örnekler vererek "sahâbe" konulu bu yazımızda amacımız, onlarla beraberliği bir nebze olsun yaşamak ve yaşatmak oldu. HZ. OSMAN Haya ve edeb incisi Hz. Osman, 34 yaşındayken İslâmiyete giriyor. Bütün ailesinin, amcalarının, bütün tanıdıklarının ve akrabalarının isyanlarına, karşı koymalarına karşılık davasından vazgeçmiyor. Hz. Osman'ı okuduğumuz kitaplardan nasıl biliriz? Hz. Osman yumuşak huylu, hiç kimseyi kırmayan, gücendirmeyen kerem sahibidir. Ancak ne zaman ki ona, Allah'ın Resûl'ünden, Muhammed'den vazgeçmesi söyleniyor, bu sebepten dolayı ona zulüm edilmeye başlanıyor, işte o yumuşak, halim selim Hz. Osman, birdenbire bir arslan kesiliyor. Ne kadar zulüm edilirse edilsin, Hz. Osman ona yapılan herşeyden razı oluyor, başından vazgeçmeye de hazır; ama Allah ve Allah Resûl'üne olan aşkından vazgeçmemekte kararlıdır. İşte Hz. Osman'la ilgili kitaplardan aldığımız ona ait bir anı: Saadet devrinde bir gündü. Hz. Osman, 7 tane altın tabağın içinde altınlarla birlikte 7 hizmetkârını Resûlullah'a gönderdi ve bu hediyeyi kabul etmesini istedi. Hepsini birden Allah'ın Resûl'üne veren hizmetkârlara Âlemin Fahri şöyle buyurdular: "Hediyeleri kabul eyledim. Gidip efendinize benden selâm söyleyiniz." O anda hizmetkârlar yerlerinden kımıldamadılar. Mutlulukla tebessüm ettiler. Yüzlerinde pırıltılar ile Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e şöyle söylediler: -Ey Allah'ın Resûl'ü, efendimiz tabaklarla birlikte bizleri de size hediye etti. İşte o anda Sevgili Peygamberimiz (S.A.V), Hz. Osman'ın bu güzelliği karşısında öylesine duygulandı ki, Yüce Rabbine şöyle dua etti: "Ya Rabbi! Osman'ı Sana havale ettim." HZ. ALİ İşte onu Allah'ın arslanı yapan, ona bu kadar güç ve kudreti veren, Rabbimize olan hayranlığı, aşkı idi.
"Ali gecesini gündüzünü Allah'ı zikretmekle geçirdi." diyor şair. Hz. Ali, daimî zikre ulaşmış, Allah'ın tezekkür, hüküm, hayır sahibi kulu olmuştur. Hikmet sahibi kulu olmuştur. Önce Allah'a aşık olmuş, sonra O'na hayran olmuş, sonunda O'nun kölesi olmuştur. Allah'ın kölesi olmak, bu dünyaya köle olmaktan, tutkulara, iptilalara köle olmaktan çok farklıdır. Allah'a köle olmak insana mutluluk verir, kuvvet verir, güç, kudret verir. Gerçek hürriyeti verir. Onun en önemli özelliklerinden bir tanesi 23 yaşında îmân ve aşk ile dolu olan o kalbiyle birlikte, canından çok sevdiği Sevgili Efendisi'nin emri üzerine O'nun ölüm yatağına girivermesiydi. Bu emri yerine getirirken bir an bile kendi canını düşünmemişti. Sevgili Peygamberi'nin bu emri, onun için herşeye bedeldi. Çünkü O'nu canından da çok seviyordu. Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in emri ancak ona verilen şanlı bir şerefti. Kızgın tabanları ısıran çölde, Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in emri üzerine, Hz. Ali, 400 km. yaya yürüyerek Mekke'den Medine'ye gitmiştir. Gökyüzünde alev saçan güneş, uçsuz bucaksız kumlarda Mekke ile Medine arasında tek başına garip bir yolcu... Hz. Ali yolculuğunu tamamladı, Sevgili Peygamberi'ne ulaştı. İşte kızgın çölleri aşırtan ondaki güç Allah sevgisi, Allah aşkıydı, peygamber aşkıydı. HZ. EBUBEKİR 572 Yılında Mekke'de doğan Hazreti Ebû Bekir Es-Sıddık Ra, Hazreti Muhammed Mustafa (a.s.)'ın İslâm’ı tebliğe başlamasından sonra ilk iman eden hür erkeklerin; raşit halifelerin, aşere-i mübeşşerenin ilkidir. Câmiu'l Kur'an, es-Sıddîk, el-Atik lakaplarıyla bilinen büyük sahabi. Kur'ân-ı Kerim'de hicret sırasında Rasûlullah'la beraber olmasından dolayı, "...mağarada bulunan iki kişiden biri..." (et-Tevbe, 9/40) şeklinde ondan bahsedilmektedir. Asıl adı Abdülkâbe olup, İslâm’dan sonra Rasûlullah (s.a.s.)'in ona Abdullah adını verdiği kaydedilir. Azaptan azad edilmiş mânâsına "atik"; dürüst, sadık, emin ve iffetli olduğundan dolayı da "sıddık" lâkabıyla anılmıştır. "Deve yavrusunun babası" manasına gelen Ebû Bekir adıyla meşhur olmuştur. Teymoğulları kabilesinden olan Ebû Bekir'in nesebi Mürre ibn-i Kâ'b'da Rasûlullah'la birleşir. Anasının adı Ümmü'l-Hayr Selma, babasının ki Ebû Kuhafe Osman’dır. Künyesi Abdullah ibn-i Osman ibn-i Amir ibn-i Amir... ibn-i Murca ...et-Temî’dir. Bedir savaşına kadar müşrik kalan oğlu Abdurrahman dışında bütün ailesi müslüman olmuştur. Babası Ebû Kuhafe, Ebû Bekir'in halifeliğini ve ölümünü görmüştür. Hazreti Ebû Bekir'in Rasûlullah (s.a.s.)'den bir veya üç yaş küçük olduğu zikredilmiştir. İslâm’dan önce de saygın, dürüst, kişilikli, putlara tapmayan ve evinde put bulundurmayan "hanif" bir tacir olan Ebû Bekir, ölümüne kadar Hazreti Peygamber'den hiç ayrılmamıştır. Bütün servetini, kazancını İslâm için harcamış, kendisi sade bir şekilde yaşamıştır. Hazreti Ebû Bekir, Fil yılından iki sene birkaç ay sonra 571'de Mekke'de dünyaya gelmiş, güzel hasletlerle tanınmış ve iffetiyle şöhret bulmuştur. içki içmek câhiliye döneminde çok yaygın bir âdet olduğu halde o hiç içmemiştir. O dönemde Mekke'nin ileri gelenlerinden olup Arapların nesep ve ahbâr ilimlerinde meşhur olmuştur. Kumaş ve elbise ticaretiyle meşgul olurdu; sermayesi kırk bin dirhemdi ki, bunun büyük bir kısmını İslâm için harcamıştır. Rasûlullah'a iman eden Ebû Bekir (r.a.) İslâm dâvetçiliğine başlamış, Osman ibn-i Affân, Zübeyr ibn-i Avvâm, Abdurrahman ibn-i Avf, Sa'd ibn-i Ebî Vakkas ve Talha ibn-i Ubeydullah gibi İslâm’ın yücelmesinde büyük emekleri olan ilk müslümanların bir çoğu İslâm’ı onun dâvetiyle kabul etmişlerdir. Hazreti Ebû Bekir hayatı boyunca Rasûlullah'ın yanından ayrılmamış, çocukluğundan itibaren aralarında büyük bir dostluk kurulmuştur. Rasûlullah birçok hususlarda onun görüşünü tercih ederdi. Umûmî ve husûsî olan önemli işlerde ashâbıyla müşavere eden Peygamber (s.a.s.) bazı hususlarda özellikle Ebû Bekir'e danışırdı. (Ibn Haldun, Mukaddime, 206). Araplar ona "Peygamber'in veziri" derlerdi. Teymoğulları kabilesi Mekke'de önemli bir yere sahipti. Ticaretle uğraşıyorlar, toplumsal temasları ve geniş kültürlülükleri ile tanınıyorlardı. Hazreti Ebû Bekir'in babası Mekke eşrafındandı. Hazreti Ebû Bekir, câhiliye döneminde de güzel ahlâkı ile tânınan, sevilen bir kişi idi. Mekke'de "eşnak" diye bilinen kan diyeti ve kefalet ödenmesi işlerinin yürütülmesiyle görevliydi. Muhammed (s.a.s.) ile büyük bir dostlukları vardı. Sık sık buluşur, Allah’ın birliği, Mekke müşriklerinin durumu ve ticaret gibi konularda müşâvere ederlerdi. ikisi de câhiliye kültürüne karşıydılar, şiir yazmaz ve şiiri sevmezlerdi, daha ziyade tefekkür ederlerdi. Hz. HAMZA Peygamberler Peygamberi'nin sevgili amcası, İslâm'ın ilk sancaktarı Hz. Hamza. Allah'ın Resûl'ü, Hz. Hamza için şöyle buyuruyor: "Kıyâmet gününde Yüce Allah'ın huzurunda şehitlerin efendisi Abdülmuttalip'in oğlu Hamza'dır." diyor. Kureyş'in asil ve soylu efendisi, en büyük savaş kartalı Hz. Hamza, bütün servetini Mekke'de terketti. Hz. Muhammed (S.A.V)'in izni ile herşeyini geride bırakarak Medine'ye göç etti. O'nun yoluna başını koydu ve bir daha geri dönmedi. İşte onun en acıklı hikâyesi Uhud Savaşı'nda şehit olduktan sonraydı. Kin ve nefretle dolu olan düşmanları şehit düşen Hz. Hamza'nın cansız yatan fizik vücudunun göğsünü yardılar, ciğerlerini çıkardılar, ağızlarına alıp çiğnediler. Bakınız yazarlar kitaplarında bu olayla ilgili şöyle söylüyorlar: "Gökkubbe o ana değin böyle bir vahşi cinayeti asla görmedi." HZ. BİLÂL Sahâbenin içinde Hz. Bilâl'in yeri ayrıdır. Hz. Bilâl'i şöyle düşünün. Kızgın çöllerde kayaların üzerine yatırılıyor ve kocaman bir kaya parçası göğsüne dayanıyor, sürekli sorgulanıyor. -Haydi bakalım cevap ver, senin taptığın kimdir?
Hz. Bilâl cevap veriyor: "Allah bir, Allah bir." Çok kızıyorlar, öfkeleniyorlar. Vuruyorlar, vuruyorlar. Hz. Bilâl cevap veriyor: "Lâ ilâhe illâllah". Vazgeçmiyorlar. Tekrar vuruyorlar, tekrar vuruyorlar. Hz. Bilâl tekrar cevap veriyor: "Lâ ilâhe illâllah ". Boynuna ip takıyorlar, Mekke'nin sokaklarında sürüyorlar, Hz. Bilâl'I: "Lâ ilahe illâllah". Bu ne metanet? Bu ne cesaret, ne yürek? Ne uğruna? İslâm olmak uğruna, Allah ve Muhammed aşkına! Yine azgın ve şaşkın kâfirler bir gün Hz. Bilâl'i yakalayıp ellerini kollarını bağladıktan sonra: -Sana bir şans veriyoruz Ya Bilâl! Muhammed'in peşini bırak. O'nun peşinden gitme, O'na tâbî olma, O'nun sözünü dinleme, O'nunla birlikte gelene uyma. -Eğer bu söylediklerimizi yaparsan o zaman kurtulursun Ya Bilâl, diyorlar. Hz. Bilâl cevap veriyor: -Ben zaten kurtulmuşum. Siz kurtulmaya bakın. Bu söz, onları iyice çileden çıkarıyor ve vuruyorlar da vuruyorlar. Vücudundan kanlar fışkırıyor. Yüzlerce sopa başına inip inip kalkıyor. Sonunda bırakıp gidiyorlar. Hurdahaş olmuş o bedenden, usul usul, fısıltı halinde şu ses yükseliyor: "La ilâhe illâllah". Kur'ân-ı Kerim der ki: "Sahâbe hep Kur'ân konuşurdu. Boş lâf etmezlerdi." Bu kâfir topluma can çekişirken dahi Hz. Bilal Kur'ân gerçeğini hatırlatıyor. Tâbî olmadıktan sonra kurtuluşun olamayacağını anlatmaya çalışıyor. "Ben kurtuldum, siz kurtulmaya bakın." diyor. Bin türlü eziyet ve cefaya karşı sadece bir tek silâhı vardı Hz. Bilâl'in: Aşk ve îmân. Bakınız Hz. Bilâl, için şairler ne yazıyorlar: "Bir çift pabucu ve bir hırkası vardı. Fakat yüreği dünya kadardı." Dünyayı İslâm'a ezanla davet eden, bu muhteşem mazlumdu. Hz. Bilâl'i kölelikten sultanlığa ulaştıran ise Allah aşkıydı. Aşk nelere kaadir değildir ki! Aşksız yaşayanlar, susuz yaşayan bitki gibi değil midir? Bir süre sonra bitki kuruyacak çerçöp olacaktır. Bu insanlar, Allahû Tealâ'nın Kur'ân-ı Kerim'de bahsetmekte olduğu yaşayan ölülerdir. Oysa ki aşk, bahçelere bahar rüzgârı hediye eder. Aşk, dağ eteklerine yıldız gibi goncalar serper. Aşk güneşinin ışığı, denizleri deler geçer de, Balığa yolunu bulduran bir göz ihsan eder. Bahsi geçen bu aşk hangi aşktır? Allah aşkıdır sevgili okuyucular. Bütün güzellikleri yaşatan Allah'a duyulan aşktır. (İnsanlar Allah'a aşık oldukları basamağa birdenbire ulaşamazlar. 28 basamakta dizayn edilen ahsen-i takvimin yaşanması zaman içinde gerçekleşir. Kemâlât basamakları birer birer aşılır. Bihakkın takvanın sahibi olanlar 28. basamağın 5 ve 6. kademelerine ulaşmış olanlardır. Burası Allah aşıklarının makamıdır. İşte Peygamber aşıklarından bahsettiğimiz zaman Kur'ân-ı Kerim dizaynı içindeki onların yerlerinin 28. basamağın 5 ve 6. kademeleri olduğunu bilelim.) Âlemlerin Efendisi ebediyete intikal ettiği günden sonra Hz. Bilâl bir daha ezan okuyamamıştı. O gün onun için en büyük kayıp olmuştu. Ve bir daha ezan okuyabilecek gücü ve kudreti kendinde bulamamıştı. HZ. ÖMER Sahâbenin üstünlerinden, sahâbenin başta gelenlerinden Hz. Ömer, gecenin karanlığında tenha sokaklarda yürürken sesler duyuyor. Kalpleri îmânla dolu sahâbenin Kur'ân okuyan seslerini duyuyor ve gözleri yaşlarla doluyor. Şöyle düşünüyor: "Ey Rabbim karanlık gecelerde nice aydınlık gönüller var! Nice kandil mumu gibi yanan aşıklar var." "Resûlullah'sız dünyada yaşamak istemeyen nice zahidler, âlimler var." "Karanlık gecelerde nice aydınlık gönüller var." Bu aydınlık gönüller, Allah'ın nuruyla aydınlanmıştır. Hiçbir karanlığın, bu aydın gönülleri karartmaya gücü yetmez. Onlar, sabah akşam Allah'ı zikrederler, zikrettikçe Allah'tan kalplerine gelen rahmet, fazl, salâvâtla beslenirler, rızıklanırlar. Allah'ın nurları 28 basamakta kapkaranlık kasiyet bağlı kalpleri yıkar, temizler, pür nur eder. İşte Allah aşkıyla dolu gönüller, bu gönüllerdir. Allah'ın Kur'ân-ı Kerim'de farz kıldığı daimî zikir emrine itaat etmiş olanların gönülleridir. İşte Hz. Ömer de Allah aşkıyla yanan, gözyaşları içinde sabahlayan, aydın gönüllü sahâbenin içinden, ileri gelenlerinden biriydi. Sahâbeyi anlatmak mı? Kolay mı sahâbeyi anlatmak? Onların güzelliklerini sayarak bitirmek? O sahâbeyi anlatabilmek, İki Cihan Sultanı'na, Şahitlerin Şahidi'ne hizmet etmiş, uğruna canlarını vermiş sahâbeyi anlatabilmek, bu dünyadaki belki de en zor iş. Çünkü yaşamadan yaşanmışı anlatmak, bizi gerçeğe ne kadar yaklaştırır bilemeyiz. Şair: "Var mı şu âlemde sahâbe gibi yüce ahlâk, yüce îmân sahibi?" diyor. Kur'ân-ı Kerim'de Allahû Tealâ buyuruyor ki : "Sahâbeyi size örnek verdim. Sizden önce Tevrat'ta ve Zebur'da da örnek verdim." Neden? Çünkü onlar Kur'ân'ın bütününe tâbî oldular ve bize: "Onlar Kur'ân'ın bütününe tâbî olmuşlarsa siz de tâbî olabilirsiniz." diyor. "Onlar Kur'ân-ı yaşamışlarsa siz de yaşayabilirsiniz" diyor. "Resûlullah'sız dünyada yaşamak istemeyen o nice zahidler, âlimler gibi biz de bu dileğin sahibi olmalıyız. Resûlullah artık aramızda değil ama O'nun varisleri aramızda. Allah'ın Kitab'ını Resûlullah'tan sonra miras bıraktıkları var. Biz insanlara, sahâbe gibi yaşayıp, onlar gibi mutlu olmanın bütün imkânlarını vermeye devam ediyor. Bu sebeple sahâbeyi örnek veriyor. Karanlıklardan bizi aydınlığa çıkaracak imam resûllere tâbî olarak, sahâbeye tâbî olmamızı, onların tâbî olduğu resûllere tâbî olmamızı istiyor. Saadet devrini bize sunuyor. Kur'ân ile müjdeliyor, elhamdülillah. O halde ne yapmalıyız? Onlar gibi hayata Kur'ân'la bakalım, Kur'ân'la düşünelim, Kur'ân'la karar verelim, Kur'ân konuşup, Kur'ân dinleyelim. Eğer Kur'ân ilmini Allah'ın tayin ettiği Resûl'den alır da hayatımıza tatbik edebilirsek bizler de ahirin sahâbesi olabiliriz. Ahir zaman, asr-ı saadeti neden yaşamasın? Yoksa bu dünya hayatının ne önemi var? "Neye yarar ki yaşamak Gönülde bu aşk olmasa! Hayat ancak çelik çomak, Îmân ile meşk olmasa!" Sevgili Peygamberimiz (S.A.V) sahâbesine inanıyor, onlara güveniyor, onlardan destek buluyor, yardım alıyor, onlar tarafından hürmet ediliyor, saygı duyuluyor. Gelmiş geçmiş bütün Allah'ın resûllerinin etrafında Allah'ın yardımcıları olmuştur. Sahâbe de Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in etrafında Allah taraftarları, Allah'ın yardımcılarıydılar. Peygamberimiz (S.A.V)'in onları örnek gösterdiği şu sözüyle hatırlayalım: "Benim sahâbem gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız, hangisine tâbî olursanız sizi doğru yola götürür." Bu sözün içinde güven var, emin olmak var, onlara sahip çıkmak var. Birlik ve beraberliğin bütünü var. Böylesine onlar Peygamber'leriyle birlik olmuşlar, hem çok olmuşlar, hem tek olmuşlar. Bu sebeple asr-ı saadeti yaşamışlar. UHUD Uhud günü Allah Resûl'ünün önünde et ve kemikten bir hisar çevirenler arasında Hz. Şemmas Bin Osman da vardı. Kâinatın Efendisi sağına, soluna dönüp baktıkça hep Şemmas'ın kılıcıyla kendisini korumaya ve kâfirleri uzaklaştırmaya çalıştığını görüyordu. Bir ara Allah'ın Resûl'ü müşrikler tarafından iyice kuşatıldı ve tehlike büyüdü. Hz. Şemmas hemen atıldı, kendi vücudunu Allah'ın Resûl'üne kalkan yaptı. Oklar ve mızraklar Şemmas'ın vücudunu delip geçti ve Şemmas Âlemlere Rahmet Olan'ın önünde yere düştü. Burada sözü Mehmet Akif'e verelim: "Şüheda gövdesi; bir baksana dağlar taşlar, O rükû olmasa eğilmez başlar." Cihan günlerini saadet-i cennetlerine döndüren Peygamberimiz (S.A.V)'in sahâbeleri işte böyleydi. Birçoğu şehit olmak mertebesine yükseldi. Al-i İmran Suresi 168. âyet-i kerimesi münafıkları anlatıyor. Münafıklar şehit olmak üzere Allah için çarpışan sahâbelerin arkasından: "Eğer bize itaat etselerdi, gitmeselerdi, öldürülmezlerdi." diyorlar. Ve Allahû Tealâ ölümden kaçan münafıklara Al-i İmran-168'de cevap veriyor: "Eğer siz doğru biliyorsanız, doğru söylüyorsanız, haydi bakalım ölümü kendinizden savın da görelim." ÂLİ İMRÂN-168: Ellezîne kâlû li ihvânihim ve kaadû lev atâûnâ mâ kutil(kutilû), kul fedreû an enfusikumul mevte in kuntum sâdıkîn(sâdıkîne).
Onlar (münafıklar), kendileri oturdukları (savaşa gitmedikleri) halde, savaşa katılan kardeşleri için: "Eğer bize itaat etselerdi, öldürülmezlerdi." dediler. (Onlara) de ki: "Eğer (sözünüzde) sâdık kimselerseniz, haydi ölümü kendinizden savın." Ölüm bir kaderdir. Allah'ın tayin ettiği bir kaderdir. NİSÂ-78:Eyne mâ tekûnû yudrikkumul mevtu ve lev kuntum fî burûcin muşeyyedeh(muşeyyedetin). Ve in tusıbhum hasenetun yekûlû hâzihî min indillâh(indillâhi), ve in tusıbhum seyyietun yekûlû hâzihî min indike. Kul kullun min indillâh(indillâhi). Fe mâli hâulâil kavmi lâ yekâdûne yefkahûne hadîsâ(hadîsen). Nerede olursanız olun, ölüm size ulaşır. Hatta sağlam kalelerde olsanız bile. Eğer onlara bir iyilik isabet ederse: “Bu Allah’tandır.” derler. Ve eğer onlara bir kötülük isabet ederse: “Bu sendendir.” derler. De ki: “Hepsi Allah’ın katındandır.” Artık bu topluluğa ne oluyor ki söz anlamaya yanaşmıyorlar? Ölümü uzaklaştırmak mümkün değildir. Münafıkların ölümü kendilerinden uzaklaştırmak istemelerinin sebebi ölümden korktukları içindir. Onlar ölümün korkulacak, kaçılacak bir şey olmadığını bilmiyorlardı. Aslında ölüm, Kur'ân-ı Kerim'e göre bir son değil, tam tersi sonsuz bir hayatın başlangıcıdır. Bu dünya hayatı sadece biz insanları imtihan içindir. Ölümden sonra tekrar yaratılacağız. Sonsuz bir hayat bizleri bekliyor. Sonsuz bir azap veya sonsuz bir mutluluk. Kur'ân-ı Kerim'in bütününe tâbî olan sahâbe, bu sonsuz mutluluğun başlangıcı olan ölüme koşarak gidiyor, Allah için şehit olmak istiyorlardı. Ama münafıkların onları anlaması mümkün değildi. Çünkü onların kalplerinde Kur'ân-ı Kerim'i anlamamaları için ekinnet vardı. Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in sözlerini işitmemeleri için kulaklarında vakra, Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in gerçek kimliğini görememeleri için gözlerinde perde vardı. Allahû Tealâ Al-i İmran Suresi 169. âyet-i kerimesiyle konuya daha açıklık getiriyor: "Allah yolunda öldürülen o kimseleri ölüler sanmayınız. Hayır, onlar diridirler ve Rab'leri katında rızıklandırılırlar." Yüce Rabbimiz bu dünya hayatını yaşayan birçok insan için: "Onlar yaşayan ölülerdir." derken, şehit olmuş fizik olarak artık göremediğimiz Allah dostları için: "O kimseleri ölüler sanmayınız." diyor. ÂLİ İMRÂN-169: Ve lâ tahsebennellezîne kutilû fî sebîlillâhi emvâtâ(emvâten), bel ahyâun inde rabbihim yurzekûn(yurzekûne). Ve Allah’ın yolunda öldürülenleri, sakın ölüler sanmayın. Hayır, (onlar) hayydırlar (canlıdırlar), Rab'lerinin katında rızıklandırılırlar.
Allah'ın onlara kendi fazlından verdiği şeyle ferahlarlar. Ve arkalarından henüz kendilerine katılmayan (henüz şehit olmayan) kimselere, "onlara bir korku olmayacağını ve onların mahzun olmayacaklarını" müjdelemek isterler.Yine Bakara Suresi 154. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ ilâve ediyor ki; BAKARA-154: Ve lâ tekûlû li men yuktelu fî sebîlillâhi emvât(emvâtun), bel ahyâun ve lâkin lâ teş’urûn(teş’urûne). Ve Allah yolunda öldürülen kimseler için “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler. Fakat siz, farkında olmazsınız. "Fakat siz farkına varamazsınız." Gerçekten farkına varamayız. Onları gönül gözüyle görenler hariç, hiç kimse onların yaşadığı gerçeğini bilemez. Ancak onlar o anda ölü olmadıklarını, Allah tarafından rızıklandırıldıklarını ve sonsuz bir saadete ulaştıklarını bilirler. Ölmeden birkaç dakika önce onlara Allah cenneti gösterir. Şehid oldukları zaman ise mutlaka Allah'ı görürler, yüzlerinde mutlu bir tebessüm belirir ve canlarını teslim ederler. Al-i İmran Suresi 170. âyet-i kerimesinde şehit olanların isteklerini Allahû Tealâ dile getiriyor: ÂLİ İMRÂN-170: Ferihîne bi mâ âtâhumullâhu min fadlıhî, ve yestebşirûne billezîne lem yelhakû bihim min halfihim, ellâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne). Çünkü onlar diridirler, Rab'leri katında rızıklanırlar. ÂLİ İMRÂN-171: Yestebşirûne bi ni’metin minallâhi ve fadlin, ve ennallâhe lâ yudîu ecrel mu’minîn(mu’minîne). Onlar, Allah'tan olan ni'meti, fazlı ve "Allah'ın mü'minlerin mükâfatını zayi etmeyeceğini" müjdelemek isterler. Şehit olmaya kararlı olan sahâbe kendilerine mal kaybı ve yaralanma isabet ettikten sonra da Allah yolunda mücâdele etmeye devam ediyorlar. Allah'ın ve Resûl'ün davetine icabet ediyorlar, ondan vazgeçmiyorlar. ÂLİ İMRÂN-173: Ellezîne kâle lehumun nâsu innen nâse kad cemeû lekum fahşevhum fe zâdehum îmânâ(îmânen), ve kâlû hasbunâllâhu ve ni’mel vekîl(vekîlu). O (ahsen) kimseler ki, insanlar onlara: "Muhakkak ki, insanlar, sizin için (size saldırmak için) toplandılar. Artık onlardan korkun." dedikleri zaman, (bu söz), onların îmânını artırdı. Ve "Allah bize kâfîdir ve O, ne güzel vekildir." dediler. Münafıklar sahâbeyi Allah için savaşmaktan caydırmak, korkutmak için mücâdele ediyorlar. Ama Rabbimiz onların dostudur. ÂLİ İMRÂN-175: İnnemâ zâlikumuş şeytânu yuhavvifu evliyâ’eh(evliyâ’ehu), fe lâ tehâfûhum ve hâfûni in kuntum mu’minîn(mu’minîne). Fakat şeytan, böylece ancak kendi dostlarını (onu dost edinenleri) korkutur. Artık onlardan korkmayın ve eğer sizler mü’min iseniz, (sadece) Ben'den korkun. Şeytan kendi dostlarını savaşla, ölümle, hastalıkla korkutur. Münafıklar şeytana dost olmuş onun ilkasını başkalarına ulaştıran kimselerdir. Savaş da, ölüm de, hastalık da Allahû Tealâ'nın dizaynıdır. Allahû Tealâ: "Eğer siz gerçekten mü'minlerseniz ondan (şeytan) ve onun söylediklerinden korkmayınız. Ama Benden korkun." diyor. ENFÂL-64: Yâ eyyuhân nebiyyu hasbukallâhu ve menittebeake minel mu'minîn(mu'minîne). Ey Peygamber! Allah, sana ve mü’minlerden sana tâbî olanlara kâfidir.
Ve kim, Allah'a ve Resûl'e itaat ederse, o taktirde işte onlar, Allah'ın kendilerine ni'met verdiği nebîlerle (peygamberlerle) ve sıddîklerle ve şehitlerle ve salihlerle beraberdirler. Ve işte onlar ne güzel arkadaştır.İblis Allah'ı, Allah'ın kudretini tamamen unutturmuş, insanları korkutmayı başarmıştır. Ama Allahû Tealâ bütün şehit olanların hepsini müjdeliyor. "Onlara korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır." buyuruyor. Tehlike karşısında korkmamak, Allah'a güvenip dayanmak sahâbenin işiydi. Onlar Allah'a güvenirdi, Allah da onlara yardım ederdi. Allah hep onlarla birlikteydi. Allah o sahâbeyi sadece kalpleri güçlenmesi için, kalplerinde tatmin duygusunu yaşayabilmeleri için savaş sırasında tam üçbin meleği ile destekledi. Aslında Allahû Tealâ'nın desteklemesi ve yardımı için meleklere ihtiyacı yoktu. Ama Allahû Tealâ o mü'min kullarının kalplerini tatmin edebilmek için meleklerini gönderdi. Yardım Allah'a aittir. Allah'ın yardım etmeyi dilemesi yeterdir, Allah'ın yardım için vasıtaya da ihtiyaç yoktur. İsterse üçbin melekle, isterse hiçbir vasıta kullanmadan yardım eder. ÂLİ İMRÂN-180: Ve lâ yahsebennellezîne yebhalûne bi mâ âtâhumullâhu min fadlıhî huve hayran lehum, bel huve şerrun lehum se yutavvekûne mâ bahilû bihî yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), ve lillâhi mîrâsus semâvâti vel ard(ardı), vallâhu bi mâ ta’melûne habîr(habîrun).Ve Allah'ın kendi fazlından onlara verdiği şeyleri, (Allah yolunda infak etmeyip) cimrilik edenler, sakın zannetmesinler ki o, kendileri için hayırdır. Bilâkis o, onlar için bir şerdir. Cimrilik ettikleri şey, kıyamet günü boyunlarına dolanacak. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah, yaptığınız şeylerden haberdar olandır. Al-i İmran Suresi 26. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ Resûl'üne diyor ki: ÂLİ İMRÂN-26: Kulillâhumme mâlikel mulki tû’til mulke men teşâu ve tenziul mulke mimmen teşâ’(teşâu), ve tuizzu men teşâu ve tuzillu men teşâ’(teşâu, bi yedikel hayr(hayru), inneke alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun). De ki: "Mülkün mâliki olan Allah'ım. Mülkü dilediğine verirsin ve dilediğinden mülkü alırsın. Ve dilediğini azîz kılarsın ve dilediğini zelil edersin. “Hayır” senin elindedir. Muhakkak ki sen herşeye kaadirsin. Sahâbe bu 2 âyet-i kerimenin idraki içindeydi. Veren Allah, alan Allah. Onların muhatabı hep Allah'tı. İşte sahâbe bu manayı özümleyebildiği için, Allah'ın bu gerçeğini yaşayabildiği için sahâbe olmuştu. Herşeyi onlara veren Allah'a, dilerse herşeyi onlardan alacak olan Allah'a sığınmışlardı. Allahû Tealâ:"Sizi biraz korku ile biraz açlık ile biraz maldan, biraz candan, ürünlerin eksiltilmesinden imtihan ederiz." diyor. Sahâbe bütün bu imtihanların hepsinden geçmiş. Korkuyla, açlıkla, mallarından, canlarından alınmasıyla, ürünlerinin eksilmesiyle... Hepsiyle cihad etmişlerdi. Bu zorluklar karşısında vazgeçmemişler, azmetmişler, yenilmemişlerdi. "ALLAH BİR'DİR." "Lâ ilâhe illâllah muhammeden resûlullah." İşte Allahû Tealâ buyuruyor: "Sabredenleri müjdele." Allahû Tealâ bütün sahâbeyi müjdelemiş. Peygamber Efendimiz (S.A.V), hepsine cennet müjdesini, peygamberlerle birlikte haşrolunmak müjdesini onlara bahşetmiştir. NİSÂ-69: Ve men yutiıllâhe ver resûle fe ulâike meallezîne en’amellâhu aleyhim minen nebiyyîne ves sıddîkîne veş şuhedâi ves sâlihîn(sâlihîne), ve hasune ulâike rafîkâ(rafîkan). HANIM SAHÂBELER Hanım sahâbelerin bazıları mü'minlerin anneleridir. Onlardan bazıları Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in kızlarıdır. Ehl-i beyttir ve bazıları ise Bedr gününde yaraları tedavi edebilmek ve şehit olabilmek gayesiyle Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in yanına çıkıp harbe gitmeyi istemiş, Resûlullah'ın da onlara evde kalmalarını ve bu şartlarla da şehitlik ünvanını alacaklarını müjdelemiş olduğu hanımlardır. Onlardan bazıları yine zulme uğramış ensar hanımları, bazıları da muhacir hanımlarıydı. Bu fazilet sahibi, ilim ve haslet sahibi sahabî hanımlarının hepsini sevgi ve hürmetle anıyoruz. Hepsinin ayrı ayrı İslâmiyete vermiş oldukları hizmetleri var. Gönüllerindeki güzellikleri dile getirmek elbette ki mümkün değildir. HZ. HATİCE İşte Hz. Hatice vehüveyled: Onun için Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in sözlerini analım. Sevgili Peygamberimiz (S.A.V) şöyle buyuruyorlar: "Allah, bana ondan daha hayırlı bir zevce vermedi. İnsanlar beni inkâr ettiğinde o bana inandı, insanlar beni yalanladığında o beni doğruladı, insanlar beni mahrum bıraktığında o malı, mülküyle beni destekledi. Sadece ondan Allah bana çocuklar ihsan etti." Kureyşliler Kâbe'nin içine mü'minler hakkında ağır ve zulmedici kararları yazan bir kâğıt astıkları zamana dönelim. Bu kâğıda göre Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in ölü veya diri teslim edilmediği taktirde O'nunla birlikte olanlara hayat hakkı tanınmıyordu. Onları ablukaya almışlardı. Bu abluka tam üç yıl devam etti. Orada Sevgili Peygamberimiz (S.A.V)'in Sevgili Eşi Hz. Hatice de vardı. Açlığa, kıtlığa onlarla birlikte katlandı. Allahû Tealâ'nın onlarla birlikte olduğu, en çok yakın olduğu devrede Hz. Hatice de onların arasındaydı. Öyle ki aşırı açlıktan dolayı karınlarına taş bağladıkları söylenir. Üç yıl sonunda, onlara atılan bu ok Kureyş'in karargâhına tekrar geri döndü. Ve bütün Kureyşliler, Leheb haricinde, yapılan bu zulmün farkına vardılar. Ne zaman ki; bu zulmedici kararı belirttikleri kâğıdı Kâbe'den almaya gitmişlerdi, işte o anda baktılar gördüler ki kâğıt ortada yok. Allahû Tealâ, o kâğıdın yok edilmesi üzere karıncaları görevlendirmiş. Karıncalar, o kağıdın hiçbir parçasını bırakmamacasına yemişler, bitirmişler.Peygamber Efendimiz (S.A.V), zevcesiyle birlikte evine döndükten kısa bir süre sonra 65 yaşında Sevgili Hatice (R.A) Hakk'ın rahmetine kavuştu. Sevgili Peygamberimiz (S.A.V)'in ilk zevcesi, sahâbenin üstün hanımlarından biri olan Hz. Hatice için Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in şu iki sözünü iletirler: "Bana onun sevgisi bahşedildi." "Ben, Hatice'nin sevdiklerini severim." HZ. AYŞE Ayşe bin Ebu Bekir; ehli beyt içinde Hz. Ayşe'nin ilminin üstünlüğünü herkes duymuş ve bilmiştir. Yüce Allah'ın onun adına Kur'ân-ı Kerim'de âyet indirdiği bilinmektedir. Allahû Tealâ'nın, Hz. Ayşe'nin uğradığı iftirayı Kur'ân-ı Kerim âyetiyle açıklığa kavuşturmuştur. Hz. Ayşe, genç yaşında dul kalmış olmasına rağmen, hayatı boyunca İslâmiyete canla, başla hizmet vermiştir. Bütün hanım sahâbelere salât-u selâm olsun. KUR'ÂN VE SÂHABE Kur'ân-ı Kerim'de Allahû Tealâ'nın farzları vardır.
Kur'ân-ı Kerim, insanların bu farzları yerine getirmesi halinde mutlaka cennete gideceğini bildirmektedir. Kur'ân-ı Kerim, Allah'ın bu farz emirleri yerine getirilmediği taktirde muhakkak ki cehenneme gidileceğini de bildirmektedir. Kur'ân-ı Kerim, son olarak Allahû Tealâ'nın bütün bu farz emirlerinin hepsinin sahâbe tarafından yerine getirildiğini ve onların sonsuz bir saadete ulaştığını bildirir. Onları bize örnek olarak verir. Kur'ân-ı Kerim'i bu istikamette dört açıdan ele almak mümkündür: 1. Allah'ın emirleri ve nehiyleri. 2. Allah'ın farz emirleri yerine getirildiği taktirde cennete ulaşılacağının garantisi. 3. Getirilmediği taktirde cehenneme mutlaka gidileceğinin garantisi. 4. Allah'ın farz emirlerini harfiyen yerine getirmiş olan sahâbenin hayatı. Sahâbenin hayatı, bir ispat vasıtasıdır. Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in hayatı Kur'ân'dı. O'nun sünnetine uymak, Kur'ân'a uymaktır. Sahâbe, O'nunla birlikte, O'na indirilen Nur'a uymuş ve O'nun sünnetini aynen yerine getirmiştir. Ve Kur'ân bizlere diyor ki: "Siz de sahâbenin yaptığını yapın. Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in sünnetine uyun, Kur'ân'a uyun. Rad Suresi 20,21,22, 23 ve 24. âyet-i kerimeler bize sahâbeyi anlatan âyetlerdir. Sahâbe Allahû Tealâ'ya ulaşmayı dilemiş ve âmenû olmuştur: RA'D-20: Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka). Onlar, Allah’ın ahdini ifa ederler (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim ederler). Ve misaklerini (diğer teslimlerle birlikte iradelerini de Allah’a teslim edeceklerine dair misaklerini) bozmazlar. RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar. RA'D-22: Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ rezaknâhum sirren ve alâniyeten ve yedreûne bil hasenetis seyyiete ulâike lehum ukbed dâr(dâri). Onlar, sabırla Rab’lerinin vechini (Zat’ını, Zat’a ulaşmayı ve Allah’ın Zat’ını görmeyi) dileyenler ve namazı ikame edenler, onları rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açıkça infâk edenlerdir. Ve seyyiati, hasenat ile (iyilikle) savan kimselerdir. İşte onlar için, bu dünyanın (güzel bir) akıbeti (sonucu) vardır. RA'D-23: Cennâtu adnin yedhulûnehâ ve men salaha min âbâihim ve ezvâcihim ve zurriyyâtihim vel melâiketu yedhulûne aleyhim min kulli bâb(bâbin). Adn cennetleri (vardır). Onların babalarından ve eşlerinden ve zürriyyetlerinden salâha ulaşan kimseler, ona (adn cennetlerine) girerler. Ve her kapıdan melekler, onların yanlarına girerler. RA'D-24: Selâmun aleykum bi mâ sabertum fe ni’me ukbed dâr(dâri). Sabretmenizden dolayı size selâm olsun. Dar-ı dünyanın (dünya yurdunun) akıbeti (sonucu) ne güzel. Onlar ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah'a teslim ederek hidayete de ermişlerdir. BÜTÜN SAHÂBE İSLÂM'IN 7 SAFHASINI YAŞAMIŞTIR 1. Allah'a ulaşmayı dilemişlerdir. RA'D-20: Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka). Onlar, Allah’ın ahdini ifa ederler (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim ederler). Ve misaklerini (diğer teslimlerle birlikte iradelerini de Allah’a teslim edeceklerine dair misaklerini) bozmazlar. 2. Peygamber Efendimiz'e tâbî olmuşlardır. ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahsenehu, ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi). Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah’ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl’elbabtır (daimî zikrin sahipleri). A'RÂF-157: Ellezîne yettebiûner resûlen nebiyyel ummiyyellezî yecidûnehu mektûben indehum fît tevrâti vel incîli ye’muruhum bil ma’rûfi ve yenhâhum anil munkeri ve yuhıllu lehumut tayyibâti ve yuharrimu aleyhimul habâise ve yedau anhum ısrahum vel aglâlelletî kânet aleyhim, fellezîne âmenû bihî ve azzerûhu ve nasarûhu vettebeûn nûrellezî unzile meahu, ulâike humul muflihûn(muflihûne). Onlar ki, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları ümmî, nebî, resûle tâbî olurlar. Onlara ma’ruf ile (irfanla) emreder, onları münkerden nehyeder ve onlara tayyib olanları (temiz ve güzel olan şeyleri), helâl kılar. Habis olanları (kötü ve pis şeyleri), onlara haram kılar. Ve onların, ağırlıklarını (günahlarını sevaba çevirip, günahlarının ağırlığını) kaldırır. Ve üzerlerindeki zincirleri, (ruhu vücuda bağlayan bağ ve fetih kapısının üzerindeki 7 baklalı altın zincir) kaldırır. Artık onlar, O’na îmân ettiler ve O’na saygı gösterdiler ve O’na yardım ettiler ve O’nunla beraber indirilen Nur’a (Kur’ân-ı Kerim’e) tâbî oldular. İşte onlar, onlar felâha (kurtuluşa, cennet mutluluğuna ve dünya mutluluğuna) erenlerdir. Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de yazılı buldukları ümmî nebî resûle tâbî olurlar. Onlara ma'ruf ile (irfanla) emreder, onları münkerden nehyeder ve onlara tayyib olanları (temiz ve güzel olan şeyleri) helâl kılar. Habis olanları (kötü ve pis şeyleri) onlara haram kılar. Ve onların ağırlıklarını (günahlarını sevaba çevirip, günahlarının ağırlığını kaldırır: Furkan-70) kaldırır. Ve üzerlerindeki zincirleri (ruhu vücuttan ayrılmasın diye üzerinde olan ve ruhu vücuda bağlayan zincir: Secde-24) kaldırır. Artık onlar, ona îmân ettiler ve ona saygı gösterdiler ve ona yardım ettiler, ve onunla beraber indirilen nura (Kur'ân-ı Kerim'e) tâbî oldular. İşte onlar, onlar felâha (kurtuluşa, cennet mutluluğuna ve dünya mutluluğuna) erenlerdir. YÛSUF-108: Kul hâzihî sebîlî ed’û ilâllâhi alâ basîratin ene ve menittebeanî, ve subhânallâhi ve mâ ene minel muşrikîn(muşrikîne). De ki: “Benim ve bana tâbî olanların, basiret üzere (kalp gözüyle basar ederek, Allah’ı görerek) Allah’a davet ettiğimiz yol, işte bu yoldur. Allah’ı tenzih ederim. Ve ben, müşriklerden değilim.” TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ihsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehâl enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu). O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır. 3. Bütün sahâbe hidayete ermiş, ruhlarını Allah'a ulaştırmışlardır. RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi). Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar. İşte Bakara Suresi 156. âyet-i kerimede de yine Allahû Tealâ diyor ki: BAKARA-156: Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn(râciûne). Onlar ki, kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman: “Biz muhakkak ki Allah içiniz (O’na ulaşmak ve teslim olmak için yaratıldık) ve muhakkak O’na döneceğiz (ulaşacağız).” derler. Hakikaten Allahû Tealâ'ya inanıyorlar, Allahû Tealâ'ya karşı isyan etmiyorlar. Ne yapıyorlar? Allahû Teala'nın varlığına birliğine inanarak O'na itaat etmeye hazır durumdalar. Kibirlenip gururlanmıyorlar ve bu sebeple Allahû Tealâ onları seçiyor. Allah'ın seçtiği bu insanlar sonra "Allah'a ulaşmayı" diliyorlar. Bakara Suresi 157. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor: BAKARA-157: Ulâike aleyhim salâvâtun min rabbihim ve rahmetun ve ulâike humul muhtedûn(muhtedûne).İşte onlar (dünya hayatında Allah’a mutlaka döneceklerinden emin olanlar) ki Rab’lerinden salâvât ve rahmet onların üzerinedir. İşte onlar, onlar hidayete ermiş olanlardır. "İşte onlar hidayete ermiş olanlardır, hidayete erenlerdir." buyuruluyor ve sahâbenin hepsinin hidayete erdiğini görüyoruz. Hepsinin ruhlarını Allahû Tealâ'ya ulaştırdıkları Zumer Suresi 18. âyet-i kerimesinde ifade ediliyor. 4. Bütün sahâbe vechlerini Allah'a teslim etmişlerdir. RA'D-22: Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ rezaknâhum sirren ve alâniyeten ve yedreûne bil hasenetis seyyiete ulâike lehum ukbed dâr(dâri). Onlar, sabırla Rab’lerinin vechini (Zat’ını, Zat’a ulaşmayı ve Allah’ın Zat’ını görmeyi) dileyenler ve namazı ikame edenler, onları rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açıkça infâk edenlerdir. Ve seyyiati, hasenat ile (iyilikle) savan kimselerdir. İşte onlar için, bu dünyanın (güzel bir) akıbeti (sonucu) vardır. Al-i İmran Suresi 20. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ sahâbenin fizik vücutlarını da Allah'a teslim ettiklerini söylüyor. ÂLİ İMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebeani, ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâg(belâgu), vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi). Bundan sonra eğer seninle tartışırlarsa o zaman onlara de ki: "Ben ve bana tâbi olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah'a teslim ettik. O kitab verilenlere ve ümmîlere: "Siz de vechinizi (fizik vücudunuzu) (Allah'a) teslim ettiniz mi?" de. Eğer teslim ettilerse, o taktirde, hidayete ermişlerdir. Ve eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen sadece tebliğdir. Ve Allah, kullarını en iyi görendir. 5. Bütün sahâbe nefslerini Allah'a teslim etmişlerdir. Bakara Suresi 136.âyet-i kerimesi ve Âl-i İmran Suresi 64. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor : BAKARA-136: Kûlû âmennâ billâhi ve mâ unzile ileynâ ve mâ unzile ilâ ibrâhîme ve ismâîle ve ishâka ve ya’kûbe vel esbâtı ve mâ ûtiye mûsâ ve îsâ ve mâ ûtiyen nebiyyûne min rabbihim, lâ nuferriku beyne ehadin minhum ve nahnu lehu muslimûn(muslimûne). Deyin ki: “Biz Allah’a, bize indirilenlere, İbrâhîm (as.)’a, İsmail (as.)’a, İshak (as.)’a, Yâkub (as.) ve torunlarına indirilenlere, Musa (as.) ve İsa (as.)’ya verilenlere ve (diğer) nebîlere, Rab’leri tarafından verilenlere (sahife, kitap ve vahiylere) îmân ettik. Onların arasından hiçbirini ayırmayız (fark gözetmeyiz). Ve biz, O’na teslim olanlarız.” ÂLİ İMRÂN-64: Kul yâ ehlel kitâbi teâlev ilâ kelimetin sevâin beynenâ ve beynekum ellâ na’bude illâllâhe ve lâ nuşrike bihî şey’en ve lâ yettehize ba’dunâ ba’den erbâben min dûnillâh(dûnillâhi), fe in tevellev fe kûlûşhedû bi ennâ muslimûn(muslimûne). De ki: “Ey Kitab Ehli! Sizinle bizim aramızda aynı olan bir kelimeye (Tevhit sözüne) geliniz. Allah’tan başkasına kul olmayalım ve O’na hiçbir şeyi şirk (ortak) koşmayalım ve bir kısmımız, bazılarını, Allah’tan başka Rab’ler edinmesinler.” Bundan sonra eğer dönerlerse, o zaman; “Bizim müslüman olduğumuza (teslim olduğumuza) şahit olun” deyiniz. Görülüyor ki; sahâbe Allahû Tealâ'nın bir farz emrini daha yerine getirmiş, nefslerindeki bütün karanlıkları daimî zikre ulaşarak yok etmişler, kalpleri nurla dolmuş. Hikmet sahibi olmuşlar ve nefslerini Allah'a teslim etmişlerdir. 6. Bütün sahâbe İrşad'a ulaşmışlardır. HUCURÂT-7: Va’lemû enne fîkum resûlallâh(resûlallâhi), lev yutîukum fî kesîrin minel emri le anittum ve lâkinnallâhe habbebe ileykumul îmâne ve zeyyenehu fî kulûbikum, ve kerrehe ileykumul kufre vel fusûka vel isyân(isyâne), ulâike humur râşidûn(râşidûne). Ve aranızda Allah’ın Resûl'ü olduğunu biliniz. Eğer işlerin çoğunda size itaat etseydi, mutlaka sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah, size îmânı sevdirdi ve onu kalplerinizde müzeyyen kıldı. Küfrü, fıskı ve isyanı size kerih gösterdi. İşte onlar, onlar irşad olanlardır. 7. Bütün sahâbe Allah'a iradelerini de teslim etmişlerdir. Sahâbe; kemâlâtın üst mertebelerine Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e itaat ederek, emirlerde O'nun önüne geçmeyerek ulaşmışlardır. NİSÂ-69: Ve men yutiıllâhe ver resûle fe ulâike meallezîne en’amellâhu aleyhim minen nebiyyîne ves sıddîkîne veş şuhedâi ves sâlihîn(sâlihîne), ve hasune ulâike rafîkâ(rafîkan). Ve kim, Allah'a ve Resûl'e itaat ederse, o taktirde işte onlar, Allah'ın kendilerine ni'met verdiği nebîlerle (peygamberlerle) ve sıddîklerle ve şehitlerle ve salihlerle beraberdirler. Ve işte onlar ne güzel arkadaştır. Böylece onların hepsi irşada ulaştı, irşada memur ve mezun kılındı.Tevbe Suresi 100. âyet-i kerimesinde Rabbimiz, bütün sahâbenin hepsinin irşada ulaşmakla kalmayıp fevz-ül azîm, ecrul azîm ve hazzul azîmin sahibi olduklarını ve Allahû Tealâ'nın en büyük mükâfatıyla mükâfatlandırıldıklarını, Allah'a köle olduklarını bize bildiriyor. TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ihsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehâl enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu). O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır. RA'D-20: Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka).Onlar, Allah’ın ahdini ifa ederler (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim ederler). Ve misaklerini (diğer teslimlerle birlikte iradelerini de Allah’a teslim edeceklerine dair misaklerini) bozmazlar. Rad Suresı 20. âyet-i kerimesinde Allah: "Onlar Allah'ın Ahdi'ni yerine getirirler." buyuruyor. Yani "Allah'a ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini teslim ederek Allah'ın ahdini ve vasiyetini yerine getirirler." buyuruyor. Rad Suresi 22. âyet-i kerimesinde onlar sabırla Rab'lerinin vechini dilemişlerdir, namazlarını kılmışlardır, rızıklandırıldıkları şeyden güzel şeylerden, Allah'ın verdiği güzel şeylerden gizli veya açık olarak infâk etmişlerdir ve bütün onlara ulaşan seyyiati, kötülüklerin hepsini hasenata, güzelliklere çevirmişlerdir. "Onlar için ne güzel bir cennet vardır." diyor Allahû Tealâ. RA'D-22: Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ rezaknâhum sirren ve alâniyeten ve yedreûne bil hasenetis seyyiete ulâike lehum ukbed dâr(dâri). Onlar, sabırla Rab’lerinin vechini (Zat’ını, Zat’a ulaşmayı ve Allah’ın Zat’ını görmeyi) dileyenler ve namazı ikame edenler, onları rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açıkça infâk edenlerdir. Ve seyyiati, hasenat ile (iyilikle) savan kimselerdir. İşte onlar için, bu dünyanın (güzel bir) akıbeti (sonucu) vardır. Ve Rad Suresinin 23. âyet-i kerimesinde cennetin adını vermiş: RA'D-23: Cennâtu adnin yedhulûnehâ ve men salaha min âbâihim ve ezvâcihim ve zurriyyâtihim vel melâiketu yedhulûne aleyhim min kulli bâb(bâbin). Adn cennetleri (vardır). Onların babalarından ve eşlerinden ve zürriyyetlerinden salâha ulaşan kimseler, ona (adn cennetlerine) girerler. Ve her kapıdan melekler, onların yanlarına girerler.
Sabretmenizden dolayı size selâm olsun. Dar-ı dünyanın (dünya yurdunun) akıbeti (sonucu) ne güzel. Bilindiği gibi ADN cennetleri, ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah'a teslim edenlerin yani TESLİM-İ KÜLLÎ ile teslim olanlarin cennetidir. Gerçekten sahâbeye baktığımız zaman onların yakın akrabaları ile karşı karşıya geldiklerini görüyoruz. Babalarıyla, kardeşleriyle savaşıyorlar. MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yû’munûne billâhi vel yevmil âhiri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizbullâhi humul muflihûn(muflihûne). Allah’a ve ahiret gününe (ölmeden önce Allah’a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah’a ve O’nun Resûl’üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razı oldular. İşte onlar, Allah’ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah’ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi? SAHÂBENİN SONU RA'D-24: Selâmun aleykum bi mâ sabertum fe ni’me ukbed dâr(dâri). Ey nur devri ! Sofranı getir de kur yeniden, Cihanın karşısında haşmetle dur yeniden, Îmân taşını değdir insanlık dudağına, Topyekûn beşeriyet nur bekler, nur yeniden. Biz bütün gönlümüzle size şöyle sesleniyoruz: Aslanlar gibi kükre "Rabbim bir" diye haykır, Zillet denen zinciri kopar, at, parçala, kır, Kâinatın burcuna îmân bayrağını dik, O zaman deste deste nur yağdıracak Halik. Ulu dergâha sığın, Yüce Allah'a dayan, İnci gibi yaşlar dök ilâhî aşk ile yan, Göğsündeki îmânla ırmak ırmak çağla sen, Ayrılma ey şanlı dost Peygamber'in izinden, İşte o an ruhunda güneşler yanacaktır. Nur gibi bir devrin gelmesi artık haktır. A'raf Suresi 157. âyet-i kerimesinde, sahâbenin Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile olan ilişkisini görüyoruz. A'RÂF-157: Ellezîne yettebiûner resûlen nebiyyel ummiyyellezî yecidûnehu mektûben indehum fît tevrâti vel incîli ye’muruhum bil ma’rûfi ve yenhâhum anil munkeri ve yuhıllu lehumut tayyibâti ve yuharrimu aleyhimul habâise ve yedau anhum ısrahum vel aglâlelletî kânet aleyhim, fellezîne âmenû bihî ve azzerûhu ve nasarûhu vettebeûn nûrellezî unzile meahu, ulâike humul muflihûn(muflihûne). Onlar ki, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları ümmî, nebî, resûle tâbî olurlar. Onlara ma’ruf ile (irfanla) emreder, onları münkerden nehyeder ve onlara tayyib olanları (temiz ve güzel olan şeyleri), helâl kılar. Habis olanları (kötü ve pis şeyleri), onlara haram kılar. Ve onların, ağırlıklarını (günahlarını sevaba çevirip, günahlarının ağırlığını) kaldırır. Ve üzerlerindeki zincirleri, (ruhu vücuda bağlayan bağ ve fetih kapısının üzerindeki 7 baklalı altın zincir) kaldırır. Artık onlar, O’na îmân ettiler ve O’na saygı gösterdiler ve O’na yardım ettiler ve O’nunla beraber indirilen Nur’a (Kur’ân-ı Kerim’e) tâbî oldular. İşte onlar, onlar felâha (kurtuluşa, cennet mutluluğuna ve dünya mutluluğuna) erenlerdir. Peygamber Efendimiz (S.A.V), sahâbenin kendilerine zulmettikleri birçok konuda onları bu zulümden kurtardı. Haram zannettiklerinin helâl rızıklar olduğunu onlara anlattı. Halbuki şeytan onları kandırmış Allah'ın haram ettiklerini helâl gibi göstermişti. Allah'ın Nebî'si, Sevgilisi onlara helâl zannettiklerinin Allah'ın yasakları olduğunu, haram olduğunu onlara gösterdi. Sırtlarındaki ağır yükü indirdi. Bu yük, onlara emanet olarak verilen ruhtu. Onların ruhlarını Allah'a ulaştırdı. Onları hidayete erdirdi. AHZÂB-72: İnnâ aradnel emânete ales semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal insân(insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen). Muhakkak ki Biz, emaneti göklere, arza ve dağlara arz ettik (sunduk, teklif ettik). Onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Ve insan onu yüklendi. Muhakkak ki o (nefs), çok zalimdir, çok cahildir. Ruh, tekrar Allah'a dönmek üzere insana verilmiş bir emanettir. İade edilinceye kadar emanet, insanın taşıdığı bir yüktür, ağırlıktır. Sahâbe, ruhlarını Allah'a ulaştırarak bu ağır yükten, emanetten kurtuldular. Peygamber Efendimiz (S.A.V), onların bağlandıkları zincirleri kopardı. Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in onların üzerinde yapmış olduğu nefsi tezkiye ve tasfiye görevinden sonra onlar köle oldukları nefslerinden kurtuldular. Köle nefstir, rehine olan nefs 19 afete sahiptir. 19 afetin kölesidir. Bu sebeple nefs başlangıçtan itibaren fizik vücudun (vechin) içinde rehinedir. İnsanoğlu başlangıçta nefsinin arzularına köle olmuştur. Beled Suresi 10, 11, 12 ve 13. âyet-i kerimelerinde: "O sarp yokuşu bilir misiniz, o sarp yokuş nedir? O sarp yokuş kölenin azadıdır.'' buyrulmaktadır. Nefsin Sıratı Mustakîm'i sarp bir yokuştur. Nefsle cihad etmek, nefsin afetlerinden tamamen kurtulmak, daimî zikre ulaşmak zor iştir. Kölenin azadı, insanın nefsinde bulunan 19 afetten kurtulması anlamına gelir. Köle olmaktan kurtulmak, nefsin kölesi olduğu afetlerinden kurtulmasıdır. Kölenin azadı, nefsin azadıdır. 19 afetten kurtulmasıdır. BELED-10: Ve hedeynâhun necdeyn(necdeyni). Ve onu iki yola (gayy yolu ve hidayet yolu) ulaştırırız.
Fakat o akabeyi (sarp yokuşu) aşmadı.BELED-11: Fe laktehamel akabete. BELED-12: Ve mâ edrâke mel akabeh(akabetu). Ve akabenin ne olduğunu sana bildiren nedir? BELED-13: Fekku rekabetin. (Akabeyi aşmak) kölenin azadıdır. A'raf Suresinin 157. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ; Allah'ın güzel Resûl'ünün onları kölelikten kurtarmış, nefslerinde 19 afete bağlı olan zincirleri kopartmış, onları mutluluğa ulaştırmış olduğunu söylüyor. Ve sonuç: O'na inanan, îmân eden, hürmet eden, saygı gösteren ve O'nunla gönderilen Kur'ân'ı yaşayanların felâha erdiklerini söylüyor. Peygamber Efendimiz (S.A.V)'a inanmak, O'na itaat etmek, hürmet etmek, Allahû Tealâ'nın çok önem verdiği bir konudur. Kur'ân-ı Kerim'de Allah'ı sevenler, Allah'a yakınlık duyanlar, Allah'a dost olanlar, Allah'ın taraftarı olanlar ve Allah'a yardım edenler var. Sahâbe, o en üst noktaya ulaşmış, Allah'a yardım edenlerden olmuştur. Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e yardım etmişler. Allahû Tealâ O'na yardım edenleri, Allah'a yardım edenler olarak kabul ediyor. Ve O'nunla birlikte gelen nura, Kur'ân'a uyanlar; İşte onların hepsi felâha ermişlerdir. Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in hayatı boyunca insanlara Kur'ân'ı öğrettiğini, hayatı boyunca hep sohbet ettiğini biliyoruz. İşte bu sohbetler bedevî halde olan sahâbeyi bedevîlikten kurtarıp sahâbe yapmıştır. Bu sohbetlerle aydınlanmışlar, nurlanmışlar. Bu sohbetlerle doğruları öğrenip, hayatlarına tatbik etmeye çalışmışlar. Sonunda Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in yardımlarıyla Allah'ın yardımcıları olmuşlardır. İnsanların en hayırlısı olan, âlemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz (S.A.V), sahâbesine çok düşkündü. Onları çok sever, onlara çok kıymet verirdi. Onların üzerine titrerdi. Onlara inanır, onlara güvenirdi. Tevbe Suresi 61. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor: TEVBE-61: Ve minhumullezîne yu’zûnen nebiyye ve yekûlûne huve uzun(uzunun), kul uzunu hayrin lekum yu’minu billâhi ve yu’minu lil mu’minîne ve rahmetun lillezîne âmenû minkum, vellezîne yu’zûne resûlallâhi lehum azâbun elîm(elîmun). Onlardan nebîye eza (eziyet) eden kimseler: “O bir kulak (gibi)dir, (her söyleneni dinler, inanır).” diyorlar. De ki: “O, sizin için hayrın kulağıdır (sözünüzü işitir, kabul eder; bilmemesinden değil, sizi tekzip etmemesinden dolayı hayrın kulağıdır). Ve Allah’a inanır ve mü’minlere inanır. Ve sizden âmenû olanlar için bir rahmettir. Allah’ın Resûl'üne eza edenlere (O'na yakışıksız söz söyleyenlere, ayıplayanlara), onlara, elîm bir azap vardır.” Allahû Tealâ, Ahzab Suresi 6. âyet-i kerimesinde yine Peygamber Efendimiz (S.A.V) için şöyle buyurmuş: AHZÂB-6: En nebiyyu evlâ bil mu’minîne min enfusihim ve ezvâcuhu ummehâtuhum, ve ûlûl erhâmi ba’duhum evlâ bi ba’dın fî kitâbillâhi minel mu’minîne vel muhâcirîne illâ en tef’alû ilâ evliyâikum ma’rûfâ(ma’rûfen), kâne zâlike fîl kitâbi mestûra(mestûren). Nebî (Peygamber), mü’minler için kendi nefslerinden daha evlâdır (yakındır). Ve O’nun (Nebî’nin) zevceleri, onların anneleridir. Ve rahim sahipleri (akrabalar), onlar birbirlerine, Allah’ın Kitab’ında, mü’minlere ve muhacirlere yakın olduklarından daha yakındır. Ancak dostlarınıza iyilik yapmanız hariç. İşte bunlar, Kitab’ta satır satır yazılıdır. O, Bize Bizden çok daha yakındır. Peygamber Efendimiz (S.A.V) yaşadığı devirde sahâbesine ve bütün insanlara çok yakındı. Hep onların arasındaydı, onlarla birlikteydi. Nuh (A.S)'ın kavmi sebebiyle çektiği sıkıntılar ve üzüntüler neticesinde Allahû Tealâ'ya şöyle bir duası olmuş: "Ey Rabbim yeryüzünde kâfirlerden tek bir kişi bırakma." Peygamber Efendimiz (S.A.V) de böyle dua etmiş olsaydı bir tanemiz bile hayatta kalmazdık. Halbuki, Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in gül yanağını yaraladılar, mübarek dişini kırdılar, dizlerini paramparça ettiler, kan revan içinde bıraktılar. Yine de O, beddua etmek şöyle dursun; "Allah'ım Sen kavmime merhamet et çünkü onlar bilmiyorlar." buyurmuştur. Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in insanlara olan sevgisinin, düşkünlüğünün, merhametinin eşi emsali yoktur. TEVBE-128: Lekad câekum resûlun min enfusikum azîz(azîzun), aleyhi mâ anittum harîsun aleykum bil mu’minîne raûfun rahîm(rahîmun).Andolsun ki; size, sizin içinizden azîz bir Resûl geldi. Sizin üzüldüğünüz şey, O'na ağır gelir (O'nu üzer). Size çok düşkün, mü’minlere şefkatli ve merhametlidir. Ve Şuara Suresi 215. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor: ŞUARÂ-215: Vahfıd cenâhake li menittebeake minel mu’minîn(mu’minîne).
Ve mü’minlerden, sana tâbî olan kimselere kanatlarını ger.Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in çok kıymetli olan, kol kanat gerdiği sahâbesi, O'nun sevgisine, merhametine, yüceliğine lâyık olmuştur. Fetih Suresi 29. âyet-i kerimesinde, sahâbeyi Allahû Tealâ şöyle anlatmaktadır:FETİH-29: Muhammedun resûlullâh(resûlullâhi), vellezîne meahû eşiddâu alâl kuffâri ruhamâu beynehum terâhum rukkean succeden yebtegûne fadlen minallâhi ve rıdvânen sîmâhum fî vucûhihim min eseris sucûd(sucûdi), zâlike meseluhum fît tevrât(tevrâti), ve meseluhum fîl incîl(incîli), ke zer’in ahrace şat’ehu fe âzerehu festagleza festevâ alâ sûkıhî yu’cibuz zurrâa, li yagîza bihimul kuffâr(kuffâra), vaadallâhullezîne âmenû ve amilûs sâlihâti minhum magfiraten ve ecren azîmâ(azîmen). Allah’ın Resûl’ü Hz. Muhammed (S.A.V) ve O’nunla beraber olanlar, kâfirlere karşı çok şiddetli; kendi aralarında çok merhametlidirler. Onları rükû ederken, secde ederken ve Allah’dan fazl ve rıza isterken görürsün. Onların alâmetleri yüzlerindeki secde izleridir. İşte bunlar, onların Tevrat’taki ve İncil’deki vasıflarıdır. Filizini çıkaran sonra onu kuvvetlendiren, böylece kalınlaşan, sonunda gövdesi üzerinde yükselen, çiftçilerin hoşuna giden ekin gibidir. Onlarla kâfirleri öfkelendirmek içindir. Ve Allah, onlardan âmenû olanlara (Allah’a ulaşmayı dileyenlere) ve salih amel (nefs tezkiyesi) yapanlara mağfiret ve büyük ecir vaadetti. Allahû Tealâ'nın indinde sahâbe, bütün âlemlere örnek gösterilecek kadar kıymetli. Hem onları en çok sevdiğiyle birlikte kılmış, hem de insanlara Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e uyan, tâbî olan sahâbesini örnek göstermiştir. Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile birlikte yaşamanın şerefine eren sahâbe, bütün devirlerde yaşayan, Allah yolunda, Allah taraftarları olanların, Allah'a gönül verenlerin gönüllerinde taht kurmuştur. Allahû Tealâ, Kalem Suresi 3 ve 4. âyet-i kerimelerinde Peygamber Efendimiz (S.A.V.) için. KALEM-3: Ve inne leke le ecren gayre memnûn(memnûnin).Ve muhakkak ki senin için, elbette kesintisi olmayan mükâfat vardır. KALEM-4: Ve inneke le alâ hulukın azîm(azîmin).Ve muhakkak ki sen, mutlaka çok büyük bir ahlâk üzeresin. Kalem Suresi 1. ve 2. âyet-i kerimelerinde ise şöyle buyuruyor: KALEM-1: Nûn vel kalemi ve mâ yesturûn(yesturûne).Nûn. Kaleme ve satır satır yazdıklarına andolsun!
Ahzab Suresi 56. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor: KALEM-2: Mâ ente bi ni’meti rabbike bi mecnûn(mecnûnin).Rabbinin ni’meti ile sen mecnun değilsin. Allahû Tealâ bütün âlemleri uğruna yaratmış olduğu Sevgili Peygamber'inin insanlar tarafından, sahâbesi tarafından yüceltilmesini istiyor. AHZÂB-56: İnnallâhe ve melâiketehu yusallûne alen nebiyyi, yâ eyyuhâllezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ(teslîmen).Muhakkak ki Allah ve melekleri, Nebî’ye (Peygamber’e) salat ederler. Ey âmenû olanlar (ölmeden önce Allah’a ulaşmayı dileyenler), siz (de) O’na salat edin! Ve (O’na) teslim olarak salat edin!
HUCURÂT-3: İnnellezîne yeguddûne asvâtehum inde resûlillâhi ulâikel lezînemtehanallâhu kulûbehum lit takvâ lehum magfiretun ve ecrun azîm(azîmun). Allah’ın Resûl’ünün yanında seslerini alçaltanlar; işte onlar, Allah’ın takva için kalplerini imtihan ettiği kimselerdir. Onlar için mağfiret ve büyük ecir vardır.Burada Allahû Tealâ'nın selâm vermesi, salât etmesi ve meleklerine de bunu yaptırması; O'na ne kadar değer verdiğinin işaretini taşıyor. Bütün insanların O'na hürmet göstermesi, saygı göstermesi istikametinde bir işarettir. Sahâbe Allah'ın emirlerine en güzel şekilde uymuştur. Kendi hayatları pahasına Peygamber'lerini öne geçirmişlerdir. HUCURÂT-1: Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tukaddimû beyne yedeyillâhi ve resûlihî vettekûllâh(vettekûllâhe), innallâhe semîun alîm(alîmun). Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler)! Allah’ın ve O’nun Resûl’ünün önüne geçmeyin. Ve Allah’a karşı takva sahibi olun. Muhakkak ki Allah; en iyi işiten, en iyi bilendir. HUCURÂT-2: Ya eyyuhâllezîne âmenû lâ terfeû asvâtekum fevka savtin nebiyyi ve lâ techerû lehu bil kavli ke cehri ba’dıkum li ba’dın en tahbeta a’mâlukum ve entum lâ teş’urûn(teş’urûne). Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler)! Seslerinizi peygamber’in sesi’nden fazla yükseltmeyin. Ve o’na sözü, birbirinize bağırdığınız gibi bağırarak söylemeyin. Siz farkında olmadan amelleriniz heba olur. NÛR-63: Lâ tec’alû duâer resûli beynekum ke duâi ba’dıkum ba’da(ba’den), kad ya’lemullâhullezîne yetesellelûne minkum livâzâ(livâzen), fel yahzerillezîne yuhâlifûne an emrihî en tusîbehum fitnetun ev yusîbehum azâbun elîm(elîmun). Resûlün çağırmasını, aranızda, birbirinizi çağırmanızla eşit tutmayın! Sizden, (birbirini) siper ederek gizlice çıkanları Allah biliyordu. Bundan sonra O’nun emrine karşı gelenler, onlara bir fitne veya elîm azap isabet etmesinden hazer etsinler (sakınsınlar). Yukarıdaki âyetlerle Allahû Tealâ, Resûl'üyle olan ilişkide dikkat edilmesi gereken hususları açıklıyor. Bir sahâbe Peygamber Efendimiz (S.A.V)'i anlatıyor. Diyor ki: "Annem babam sana feda olsun Ya Resûlullah. Eğer Sen sadece emsalinle sohbet etseydin biz Senin şerefli sohbetine müşerref olamaz ve Senin yanında oturamazdık." "Eğer emsalinden başkasıyla evlenmeseydin bizim kızlarımızla evlenmezdin." "Ve eğer yalnız emsalinle yeyip, emsalinle içseydin bizim sofralarımıza oturmayacak, bizimle yeyip içmeyecek ve bizimle şakalaşmayacaktın. Oysa Allah'a yemin ederim ki bizimle hem sohbet ettin, hem beraber yedin içtin, hem de bizlerin kızıyla evlendin. Tevazu eseri olan elbiseler giydin, merkebe bindin, terkine adam aldın, toprak üzerinde yemek yedin, parmaklarını sıyırdın ama biz biliyoruz ki, sen bizim içimizden biri değildin..." İşte sahâbe, Peygamber Efendimiz (S.A.V)'le birlikte yaşamış olan sahâbe, O'nunla yeyip, içen, O'nunla şakalaşan sahâbe, O'nun gerçek kimliğini, Allah'a olan yakınlığını en güzel şekilde idrak etmişti. Allahû Tealâ'nın kıymetli Peygamber'i ve Allahû Tealâ'nın Kıymetli Peygamberi'nin Kıymetli sahâbesi arasında böylesine mükemmel, böylesine güzel bir ilişki vardı. Al-i İmran Suresi 32.âyet-i kerimesine buyuruyor: ÂLİ İMRÂN-32: Kul etîûllâhe ver resûl(resûle), fe in tevellev fe innallâhe lâ yuhibbul kâfirîn(kâfirîne). De ki: "Allah'a ve Resûl'e itaat ediniz." Bundan sonra eğer dönerlerse, o taktirde muhakkak ki Allah, kâfirleri sevmez. Allah'ın sevgisini kazanmak, Allah'ın Resûl'ünün sevgisine mazhar olmakla geçerlidir. Bakınız Allahû Tealâ'nın Resûl'ü bu hususu bir hadîsinde belirtmektedir. "Sizden hiçbiriniz beni canından, malından, evlâdından, ana babasından ve bütün insanlardan daha ziyade sevmedikçe bihakkın mü'min olamaz." Hz. Ali ile Peygamber Efendimiz (S.A.V) arasında geçen konuşmayı hatırlayalım: -Ey Ali, sen beni ne kadar seversin? buyuruyor Allah'ın Resûl'ü Hz. Ali'ye. O da diyor ki: -Eşimden, çoluğumdan, çocuğumdan, malım mülkümden çok fazla severim. -Olmadı Ali. Diyor Peygamberimiz (S.A.V) Neden Peygamber Efendimiz böyle söylüyor? Peygamberimiz (S.A.V) çok iyi biliyor ki, O'na olan sevgi Allah'a olan sevgidir. Kim O'nu severse Allah'ı çok sevecektir. Kim O'nu en üstün tutarsa bihakkın takvaya ulaşacaktır. Bu sebeple Hz. Ali'ye: "Olmadı, daha henüz o kemâle ermedin." Diyor. Daha sonraki gelişinde Hz. Ali: -Sizi canımdan da çok seviyorum ya Allah'ın Resûl'ü. deyince: -İşte şimdi oldu Ya Ali. diyor Allah'ın Resûl'ü. Nisa Suresi 80. âyet-i kerimesinde Rabbimiz; "Resûlullah'a itaat eden Allah'a itaat etmiş olur." buyurarak O'na itaati Kendisine itaat saymıştır. O'nun, katındaki üstünlüğünü bize bir kere daha anlatmıştır. Resûl'e itaat eden, Rabbi'ne itaat etmiştir. NİSÂ-80: Men yutiır resûle fe kad atâallâh(atâallâhe), ve men tevellâ fe mâ erselnâke aleyhim hafîzâ(hafîzen). Kim Resûl'e itaat ederse, böylece andolsun ki Allah'a itaat etmiş olur. Ve kim yüz çevirirse, o taktirde Biz seni, onların üzerine muhafız olarak göndermedik. Allahû Tealâ, Sevgili Peygamber'ine eziyet eden, O'nu hakir gören, küçük görene lânet ediyor. Ahzab Suresi 57. âyet-i kerimesinde buyuruyor: AHZÂB-57: İnnellezîne yu’zûnallâhe ve resûlehu leanehumullâhu fîd dunyâ vel âhıreti ve eadde lehum azâben muhînâ(muhînen). Muhakkak ki Allah ve Resûl’üne eziyet edenlere, onlara Allah, dünya ve ahirette lânet etti. Ve onlar için muhin (alçaltıcı) bir azap hazırladı. Allahû Tealâ, Allah'ın indinde en Kıymetli Resûl'üne eziyet edenlere lânet ediyor. O'na hürmet edenleri, O'nu en çok sevenleri, sahâbeyi ise yüceltiyor, mükâfatlandırıyor. Onları da âlemlere örnek olarak gösteriyor. Sahâbeden Hz. Amr...şöyle söylüyor: "Benim için Resûllullah (S.A.V)'dan daha sevgili, benim gözümde O'ndan daha büyük hiç kimse yoktu. Ne var ki , O'na olan tazimimden doya doya O'na bakamıyordum." Enes Bin Malik (R.A): "Ben Allah'ın Resûl'ünün elinden daha yumuşak olan ne bir dibâca, ne de bir ipeğe yapışmadım. Gene ben ömrümde Allah Resûl'ünden daha güzel kokan ne bir misk, ne bir amber koklamadım." Hz. Halid Bin Velid Arap kabilelerinden birine gittiği zaman onların kabile reisi soruyor: -Ya Halid, bize Muhammmed'i tasvir et. diyorlar. Halid (R.A) cevap veriyor: -Size şunu söyleyebilirim: "Gönderilen gönderenin kadrince olur. Gönderen Allah olduğuna göre, gönderdiğinin şanını siz hayal edin." Ve O'nu tasvir edemiyor. Allah'ın Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e tâbî olarak sahâbe olmak şerefine ulaştırdığı sahâbenin Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile olan ilişkisini Hz. Amr ve Hz. Halid Bin Velid'in bu sözleriyle biraz daha iyi anlayabiliyoruz. Allahû Tealâ, Allah'ın dînini ayakta durduracak, Allah'ın emirlerini hakim kılacak ve Allah için savaşacak kadar bir ömür verdikten sonra Peygamber Efendimiz (S.A.V)'i vefat ettirmiş, bütün sahâbe onun arkasından öksüz kalmıştır. Sevgili Peygamberimiz (S.A.V)'in zaman içerisinde çoğalan halka, sesini duyurabilmek için minber yaptırdığını biliyoruz. Bu minberi kullanmaya başladığı zaman önceden üzerine dayandığı hurma kütüğünün inlemeye başladığı söyleniyor. O zaman Peygamber Efendimiz (S.A.V), elini hurma kütüğünün üzerine koymuş ve hurma kütüğü susmuş. Hz. Ömer Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in vefatından sonra şöyle diyor: "Ümmetin senin ayrılığına, ağlayıp sızlamaya o hurma kütüğünden daha çok muhtaçtır." Allahû Tealâ O'nun yokluğunda varlığının, himmetinin büyüklüğünü bütün boyutlarıyla sahâbeye yaşatmıştır. Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in çok sevdiklerinden, Hz. Ömer Bin Hattab için Allah'ın Resûl'ü şöyle buyurmuş: "Ey Allah'ım, dîni Ömer'le kuvvetlendir!" Peygamber Efendimiz (S.A.V) sahâbesinin özelliklerini hadîsleriyle bize anlatmaya çalışmış. Bir topluluk Peygamberimiz (S.A.V)'den: -Bizimle birlikte emin birini gönder ya Allah'ın Resûl'ü, talebinde bulununca, Peygamber Efendimiz (S.A.V) buyuruyorlar: -Ebu Ubeyde gitsin. Ve şöyle ilâve ediyorlar: -Ebu Ubeyde bu ümmetin eminidir. Ne mutlu, ne büyük bir güzellik ki O'nun dilinden, O'nun ağzından sahâbesi iltifatlara ve güzelliklere boğulmuş. Onları müjdeliyor: "O Allah'a canını verecek olan şehitlerdendir. O sıdk makamının sahibidir." Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in ağzından dökülen bu muhteşem sözler gerçekten bütün kâinata bedeldir. Bu istikamette o sahâbeye hayran olmamak mümkün değildir. Peygamber Efendimiz (S.A.V)in ağzından sahâbesi için dökülen inciler... O'nun vefatından sonra halifelik seçimi konusunda sahâbe arasında geçen konuşmalar; ensardan mı yoksa muhacirînden mi bir halife olması istikametindeydi. Ve ensar aralarında konuşuyorlar, aralarından bir tanesi topluma hitap ediyor: "Ey ensar cemaati, vallahi bizim bu dîni kabul etmek hususunda yarışmamız, dîn yolunda müşriklerle savaşmaktan maksadımız, ancak Rabbimizin rızasını ve Peygamberimiz (S.A.V)'e itaat faziletini kazanmaktı. Bugüne kadar yaptıklarımız, elimizi açıp da bütün muhacirîne yardımlarımız, sarmamız, sevmemiz, Allah yolunda savaşımız, müşriklerle mücâdelemiz, Allah'ın rızasını kazanmak, Sevgili Peygamber'ine itaat etmek içindi. Bize bu yolda ne insanlara hakim olmak, ne dünya, ne de dünya malı gerekir. İnsanlara hakim olmak, onlara hükmetmek, onları idare etmek, dünya malına sahip çıkmak, bu bizim işimiz değildir." diyerek birbirlerine hatırlatıyorlar. "Biz hayatımız boyunca insanlara yardım etmek için, onlara hayır ulaştırmak için savaştık. Bu yolda insanlara hakim olmak, ya da dünya malına sahip çıkmak bizde yoktur. Muhacirîn kardeşlerimizden uygun görülenin halifeliği bize velî ni'mettir." diyorlar. Ve şu kararı alıyorlar: "Biliniz ki Muhammed Kureyş'tendir. Kureyşliler bu işe herkesten daha lâyıktır. Vallahi bu işte Allah bizi hiçbir zaman onlara niza eder görmeyecektir." Kesin kararlıdırlar onlarla çekişmemeye, onlarla nizaya girmemeye. "Allah'tan sakınınız ve halifelik için de muhacirlerle asla çekişmeyiniz, ey ensar!" diye birbirlerini uyarırlar. Allah Resûl'ünden sonra Ebu Ubeydenin gönlü halifelik konusunda Hz. Ebu Bekir'in önüne geçmeye asla razı değil. Ebu Ubeyde (R.A) Hz. Ebubekir'e şöyle söylüyor: "Bu işte biz sana biat edeceğiz. Çünkü sen muhacirlerin en faziletlisi ve mağarada ikinin ikincisisin. Resûlullah'ın namaz kıldırmaya yetki verdiği halifesin, imamsın. Senin önüne geçmeye, sana karşı bu işi üzerine almaya daha lâyık kim vardır? Vallahi bu hususta biz senin önüne asla geçmeyiz.„ Hz. Ömer de bu manada yine buyuruyor, diyor ki: "Büyüğümüzsün, sen bizim hayırlımızsın. Sen Peygamberimiz (S.A.V)'e en sevgili olanımızsın. Resûlullah'ın getirdiği makamdan seni geri çekecek kimse bulunamaz. Ey Ebu Bekir, uzat elini, sana biat edeceğim!" diyor ve Hz. Ebu Bekir'e ilk olarak Hz. Ömer biat ediyor. Daha sonra orada bulunan sahâbe, daha sonra da bütün müslümanlar biat ediyorlar. İşte Allah'ın Resûl'ünün sahâbesi böyle birbirini üstün kılan, birbirini öne geçiren, birbirlerine gerçeği hatırlatan kimselerdi. Ne diyor Peygamber Efendimiz (S.A.V): "Dostun hayırlısı Allah'ı hatırlatandır. „ Onlar birbirlerine de, başka insanlara da hep hayırlı dost olmuşlardır. Nurlu devrin,nurlu sahâbesi olmuşlardır. 14 asır önce sahâbenin yaşadığı o nur devrini tekrar yaşamak mümkündür. Hatta kesin bir gerçektir. Allahû Tealâ Kur'ân'la bu müjdeyi bizlere ulaştırmıştır. Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in varisleri O'nun vefatından bu yana dünya üzerindeki vazifelerini devam ettirmişler ve bu vazifeyi son varis Mehdi Resûl'e devretmişlerdir. Bu son devir, nurlu devrin yeniden yaşanacağı Hidayet Devri, yani ASR-I HİDAYET'tir. Sahâbenin mutluluğunu bütün boyutlarıyla, bütün okuyanlarımızın yaşamasını dileriz. |
Ayet mealleri ve türkçe okunuşları internet sayfalarından derlenmiştir, hatalı eksik veya yanlış yazılımlar olabilir. Allah (C.C) en doğruyu bilendir. |
Bugün 159 ziyaretçi (212 klik) ile buradaydı.©