İSLAM’DA ÇOCUK
Çocuk, ana baba elinde bir emanettir. Çocukların temiz kalbleri kıymetli bir cevher olup, mum gibi, her şekli alabilir. Küçük iken, hiçbir şekle girmemiştir. Temiz bir toprak gibidir. Temiz toprağa hangi tohum ekilirse, onun mahsulü alınır. Bunun gibi çocuk da neye meylettirilirse, oraya yönelir. Eğer hayrı adet eder, öğrenirse hayır üzerine büyür. Çocuklara iman, Kur’an ve ALLAHü teâlânın emirleri öğretilir ve yapmaya alıştırılırsa, din ve dünya saadetine ererler. Bu saadete ana-baba ve hocaları da ortak olur. Eğer bunlar öğretilmez ve alıştırılmaz ise, bedbaht olurlar. Yapacakları her fenalığın günahı, ana-baba ve hocalarına da verilir. Her müslüman, emri altında bulunanlardan mesuldür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Hepiniz, bir sürünün çobanı gibisiniz. Çoban sürüsünü koruduğu gibi, siz de evinizde ve emriniz altında olanları Cehennemden korumalısınız! Onlara müslümanlığı öğretmezseniz, mesul olursunuz.) [Müslim]
(Çocuklarına Kur’an-ı kerim öğretenlere veya Kur’an-ı kerim hocasına gönderenlere, öğretilen Kur’anın her harfi için, on kere Kâbe-i muazzama ziyareti sevabı verilir ve kıyamette, başına devlet tacı konur. Bütün insanlar görüp imrenir.) [S.Ebediyye]
(Çok müslüman evladı, babaları yüzünden Veyl ismindeki Cehenneme gidecektir. Çünkü bunların babaları, yalnız para kazanmak ve keyf sürmek hırsına düşüp ve yalnız dünya işleri arkasında koşup, evladlarına müslümanlığı ve Kur’an-ı kerimi öğretmediler. Ben böyle babalardan uzağım. Onlar da benden uzaktır. Çocuklarına dinlerini öğretmiyenler Cehenneme gidecektir.) [S.Ebediyye]
Çocuğa günah işlettirmek
Kendinin yapması haram olan şeyi çocuğa yaptıran kimse, haram işlemiş olur. Çocuklarına içki içiren, kumara alıştıran, müstehcen neşriyatı okumasına sebep olan, yalancılık, hırsızlık gibi kötü huylara alıştıran, kıbleye karşı ayak uzatmasına sebep olan kimse, günah işlemiş olur.
Dinimizin temeli, imanı, farzları ve haramları öğrenmek ve öğretmektir. ALLAHü teâlâ, Peygamberleri bunun için göndermiştir. Gençlere bunlar öğretilmediği zaman, İslâmiyet yıkılır, yok olur. ALLAHü teâlâ, müslümanlara (Emr-i maruf) yapmayı emrediyor. Yani, benim emirlerimi, bildiriniz, öğretiniz buyuruyor. (Nehy-i münker) yapmayı da emrederek, yasak ettiğini bildirdiği haramların yapılmasına razı olmamamızı istiyor. Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:
(Kendinizi ve aile efradınızı Cehennem ateşinden koruyun!) [Tahrim 6]
Kur’an-ı kerimde, nefslerimizi ve aile efradımızı, yakıtı insan ve taş olan Cehennem ateşinden korumamız emredilmektedir. Elli-yüz senelik kısa bir hayat için evladımızı dünya felaketlerinden korumaya çalıştığımız gibi, ebedi felakete düçar olmaması için ahıretini de korumamız gerekir. Bir babanın, evladını Cehennem ateşinden koruması, dünya ateşinden korumasından daha mühimdir. Cehennem ateşinden korumak da, imanı ve farzları ve haramları öğretmekle ve ibâdete alıştırmakla ve kötü arkadaşlardan ve zararlı neşriyattan korumakla olur. Bütün fenalıkların başı, kötü arkadaştır. Kötü arkadaşları, onun, küstah, yalancı, hırsız, saygısız ve korkusuz olmasına sebep olabilir. Senelerce de bu kötü huylardan kurtulamaz.
İyi hareketi övülmelidir
Ne zaman çocukta iyi bir hareket görülürse, onu takdir etmeli, mükâfatlandırmalıdır! İnsanların yanında bazan onu övmelidir. (Amcası benim çocuğum böyle yaptı) diyerek iyiye teşvik etmelidir. Bir kabahat işler veya kötü bir söz söylerse birkaç defa görmezlikten gelmeli, (onu yapma) dememeli, azarlamamalıdır. Sık sık azarlanan çocuk, cesaretlenir, gizli yaptıklarını açıktan yapmaya başlar. Yaptığı kötü işlerin zararı, kendisine tatlı dil ile anlatılmalı, ikaz edilmelidir! Yapılan iş, dine aykırı ise işin zararı, fenalığı ve neticesi anlatılarak, o kötü işe mani olmalıdır. Baba, baba olduğunu, büyük olduğunu hissettirmelidir! Anne, çocuğu babası ile korkutmalıdır!
Her gün bir müddet oynamasına izin vermelidir ki, çocuk sıkılmasın. Sıkılmak ve üzülmekten kötü huy hasıl olur ve kalbi körleşir. Hiç kimseden para istemesine müsaade etmemeli, fazla konuşmamasını, büyüklere saygıyı öğretmelidir. İyi insanların güzel hallerini anlatıp, onlar gibi olmaya, kötü insanların kötülüklerini anlatıp, onlar gibi olmamaya dikkat etmesi öğretilmelidir.
Çocuğa her istediğini almak ve lüks içinde yaşatmak uygun değildir. Büyüyünce de her istediğini ele geçirmeye çalışır; fakat bunda muvaffak olamayınca sukutu hayâle uğrar, isyankar olur. Kendimiz helal yediğimiz gibi çocuklarımıza da helal yedirmeliyiz. Haramla beslenen çocuğun bedeni, necasetle yoğrulmuş çamur gibi olur. Böyle çocuklar da pisliğe, kötülüğe meylederler.
Çocuk terbiyesi.
Çocuğa, israf etmemesini, kanaatkar olmasını öğretmelidir. Bazan da yavan ekmek yemeğe alıştırmalıdır. Çocuğun kötü yerlere gitmesine mani olmalıdır. Çocuk kötülerin yanında ahlâksız, yalancı, hırsız ve hayâsız olur. Baba, ne devamlı asık suratlı durmalı, ne de çocukla fazla yüz göz olmalı, konuşmasının heybetini korumalıdır. Çocuğa babasının malı ile, rütbesi ile övünmemesi tenbih edilmelidir! Tevazu sahibi ve kibar olması öğretilmelidir! Başkalarından birşey almanın zillet olduğu, veren elin alan elden üstünlüğü bildirilmelidir! Cimriliğin çirkinliği öğretilmelidir! Başkalarının yanında edebli oturması, ayak ayak üstüne atmaması, laubali hareketlerden uzak durması telkin edilmelidir!
Fazla konuşmaktan çocuğu men etmelidir! Fazla konuşmanın hayâsızlığa yol açtığı, çenesi düşüklüğün kötülüğü belirtilmelidir! Çocuk nasıl olsa konuşmasını öğrenecektir. Maksat, ona icab edince susmasını ve büyüklerin sözünü dinlemesini öğretmektir.
Doğru da olsa, çokça yemin etmesine izin vermemelidir! Vara yoğa yemin, kötü bir alışkanlıktır. Büyüklere hürmetin, yerini onlara vermenin ve herkesle iyi geçinmenin önemi anlatılmalıdır.
Küçükken namaz kılmalı.
Çocuğu daha küçükken namaza alıştırmalıdır. Büyüyünce namaz kılması zor gelebilir. Başkasının malını çalmayı, haram yemeyi, yalan söylemeyi gözünde çirkin gösterecek şekilde anlatmalıdır! Böyle yetiştirip büluğa erince, bu edeblerin sırlarını, inceliklerini ona söylemelidir. Her işi adet olarak yapmaması, niyetle, şuurla yapmasının lüzumu anlatılmalıdır. Mesela, yemekten maksat, kulun Rabbine ibâdet etmesi, insanlara, vatanına, milletine faydalı hizmetlerde bulunması, insanların saadeti için çalışması olduğu öğretilmelidir. Dünyadan maksadın, ahıret için azık toplamak olduğu, zira dünyanın kimseye kalmadığı, ölümün çabuk ve ansızın gelebileceği anlatılmalı, (ne mutlu o kimseye ki, dünyada iken ahıret azığı elde eder, Cennete ve ALLAHü teâlâya kavuşur) demelidir. Küçük yaşında böyle terbiye edilirse, taş üzerine yazılan yazı gibi olur ve kolay kolay silinmez. Peygamber Efendimiz buyurdu ki:
(Bütün çocuklar, müslümanlığa elverişli olarak dünyaya gelir. Daha sonra bunları, ana-babaları hıristiyan, yahudi ve dinsiz yapar.) [Taberânî]
Hadis-i şerifte müslümanlığın yerleştirilmesinde ve yok edilmesinde en mühim işin, çocuklukta ve gençlikte olduğu bildirilmektedir. O hâlde, her müslümanın birinci vazifesi, evladına İslâmiyeti ve Kur’an-ı kerimi öğretmektir. Evlad nimetinin kıymeti bilinmezse, elden gider. Bunun için (Pedagogie), yani çocuk terbiyesi, dinimizde çok kıymetli bir ilimdir.
İslâm dinine karşı olanlar, bu mühim noktayı anladıkları içindir ki, (Gençliğin ele alınması birinci hedefimizdir. Çocukları dinsiz olarak yetiştirmeliyiz) diyorlar. İslâmiyeti yok etmek ve ALLAHü teâlânın emirlerinin öğretilmesini ve yaptırılmasını engellemek için, (Gençlerin kafalarını yormamalıdır. Din bilgilerini büyüyünce kendileri öğrenirler) diyorlar.
Bugün, bütün hıristiyan ülkelerinde, bir çocuk dünyaya gelince, buna bozuk dinlerinin icablarını yapıyorlar. Her yaştaki insanlara, hıristiyanlığı titizlikle aşılıyorlar. Müslümanların imanlarını, dinlerini çalmak ve yok etmek ve onları da, hıristiyan yapmak için, İslâm ülkelerine paket paket kitap, broşür ve kaset gönderiyorlar. O hâlde, müslümanlar din cahillerinin hilelerine, yalanlarına aldanmamalı, çocuklarımıza sahip olmalıyız. Onlara sahip olmak da, dinimizin emirlerine uygun olarak yetiştirmekle olur. Ahlâkı değiştirmek mümkün olduğu için Peygamber efendimiz, (Ahlâkınızı güzelleştirin) buyurmuştur. Zaten din, güzel ahlâk demektir. Şu hâlde dinin emrine uyup yasak ettiğinden kaçan, huyunu değiştirip güzel ahlâklı olur. Güzel ahlâklı olan da iki cihanda rahat olur.
Çocuğu dövmemelidir!
En vahşi hayvan bile terbiye ile ehlileştiriliyor. Hiçbir zaman elma çekirdeğinden portakal olmaz. Fakat elma fidanını büyüterek, lüzumlu aşı ve kültürel tedbirlerle kaliteli elma veren bir ağaç olarak yetiştirmek mümkündür. Bunun gibi insan tabiatında bulunan bazı arzular yok edilemez, fakat terbiye edilebilir. Terbiyede dayak atılmaz.
1- Çocuğu dövmek ahlâkının bozulmasına, hırçınlaşmasına sebep olur.
2- Dayakla büyüyen çocuk esnek olmaz, katı olur.
3- Dövülmek, çocukta ana-babaya karşı kızgınlığa yol açar. Çocuk kendi yaptığının kötü bir şey olduğunu düşünmez, kendini suçlu görmez, kendini döveni suçlar.
4- Dövülen çocuk, kızdığı zaman, o da şiddete baş vurur, bir başkasını döver. Böylece dayak vicdanlı olmaya değil, saldırganlığa sebep olur.
5- Sözden anlayacak yaştaki çocuğa dayak atılmaz. Sözden anlamayan çocuğuna hafifçe vurmak yeter. Başa, yüze tokat atmak, sopa ile dövmek çok zararlıdır. Bu ancak işkenceciye yaraşır.
Bir şeyi, zıttı kırar. Kötü huyları, iyi huylar yok eder. Bu bakımdan kendini zorla da olsa, iyi işler yapmaya alıştırmalı, onları adet haline getirmelidir! Çocuk, ahlâkı iyi olan insanlarla arkadaşlık ettirilirse, güzel huylar kendiliğinden onun tabiatı olur. Çocuklar böyle yetiştirilirse, dünya ve ahıret saadeti elde edilir..
Spor yarışmaları düzenlemek, çocuğun bedensel yapısının oluşturulmasında ve geliştirilmesinde oldukça etkili bir yoldur. Bu yol, çocuğun kendi fizik yapısına, oyun ve spora gereken ihtimamı göstermesine destek verir. Peygamber (s.a.v.) amcası Abbas oğullarının çocukları arasında koşu yarışı düzenlemiş ve yarışı kazanan çocuğa kucağını açmıştı.
Abdullah b. Hârîs (r.a.) anlatıyor: Rasûlüllah (s.a.v.) Abbas’ın çocuklara Abdullah x, Ubeydullah’ı ve Kesîr’i yanyana getirir ve şöyle derdi: Kim önce koşup bana gelirse ona şu kadar ödül var!” Çocuklar da koşarak gelirler; kimi Rasûlüllah’ın (s.a.v.) sırtına, kimi göğsüne çıkmaya çalışırdı. O da onları öper ve kucaklardı.” (620)
Görüldüğü üzere Rasûlüllah (s.a.v.), aralarında bir kıskançlık olmasın diye yarışmaya katılan çocukların hepsine sevgi ve alâka gösteriyor, onları mükafatlandırıyordu.
İslam ümmetinin önderi olan Rasûlüllah’ın (s.a.v.), çocuklarla birlikte oyun oynadığını gösteren birkaç hadis sunmak istiyoruz. Tabiî Hz. Peygamber’in (s.a.v.), ana babaları ve yetişkinleri eğitmek, onların da kendisine uyarak çocuklarıyla beraber oynamalarını sağlamak için bunu yaptığını biliyoruz.
Konuyla ilgili rivayetler şunlardır:
a) Ebu Eyyûb Ensârî anlatıyor: Rasûlüllah’ın (s.a.v.) yanına girmiştim. Hasan ile Hüseyin Hz. Peygamber’in (s.a.v.) önünde ya da kucağında oynuyorlardı. Ben:
- Onları seviyor musun ya RasûlALLAH? dedim. Bunun üzerine O:
- Nasıl sevmem onları? Onlar benim dünya fesleğenlerimdir; onları koklarım, buyurdu. (621)
b) Ömer b. Hattab diyor ki: Hasan ile Hüseyin’i Peygamber’in (s.a.v.) iki omuzunda gördüm. Ben:
- Altınızdaki at ne güzel! dedim. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.):
- Ne güzel atlıdır onlar! buyurdu. (622)
c) Berâ b. Âzib anlatıyor: Rasûlüllah (s.a.v.) namaz kılarken Hasan ile Hüseyin veya onlardan birisi gelir sırtına binerdi. Peygamber (s.a.v.) başını (secdeden) kaldırdığında eliyle onu tutardı. (Namazı tamamladıktan sonra):
- Ne güzel binittir sizin binitiniz! buyururdu. (623)
d) Câbir (r.a.) anlatıyor: Rasûlüllah’ın (s.a.v.) yanına girmiştim. Hasan ile Hüseyin sırtına binmiş elleri ve dizleri üzerinde yürüyor ve şöyle diyordu: “Ne güzel devedir sizin deveniz. Ne güzel yüklersiniz siz!” (624)
e) Hz. Aişe diyor ki: Habeşliler mescidde oynuyorlardı. Rasûlüllah (s.a.v.) bana perde oldu da onların oyunlarına bakıp seyrediyordum. Böylece seyretmeye devam ettim. Nihayet bakmaktan ayrılan ben oldum. Oyun ve eğlenceye düşkün genç yaştaki bir kızın bunu ne ölçüde arzu edeceğini artık siz takdir edin! (625)Çeşitli işler sebebiyle çoğu zaman ana baba meşguldür. Böyle bir durumda onlar, çocuğun, kardeşleriyle veya komşu, mahalle ve yakınlarının çocuklarıyla oynamasına izin verir. Ana baba, kaba sözlü ve kötü ahlâklı olmamaları için çocuğunun terbiyeli ve güzel ahlâk sahibi çocuklarla oyun oynamasını tercih eder.
Rasûlüllah (s.a.v.) muhtelif yerlerde çocukların oyun oynadığını görmüş ve onları yadırgamamıştır.
Câbir (r.a.) anlatıyor: Rasûlüllah (s.a.v.) ile beraberdik. Derken bir yemeğe davet edildik. Giderken Hüseyin’in çocuklarla birlikte yolda oynadığını gördük. Peygamber (s.a.v.) hemen insanların önüne geçti. Sonra (Hüseyin’i kucaklamak için) kollarını açtı. Çocuk ise yakalanmamak için şuraya buraya kaçmaya başladı. O esnada Rasûlüllah (s.a.v.) çocukla gülüşüyordu. Nihayet onu yakaladı ve bir elini çocuğun çenesinin altına diğer elini de ensesine koydu. Çocuğa sarılarak öptü ve şöyle dedi:”Hüseyin bendendir, ben de ondanım. Kim onu severse ALLAH da onu sevsin. Hasan ile Hüseyin torunlardan iki torundur:’ (626)
Bizzat Peygamber de (s.a.v.) çocukluk yıllarında çocuklarla oyun oynamıştı. O esnada Cebrail gelmiş, O’nu tutarak göğsünü açmıştı. (*) Uhud savaşından az önce Peygamber (s.a.v.) iki çocuğun güreşine şahit olmuştu. Peygamber (s.a.v.) onlardan birini savaşa kabul etmiş diğerini kabul etmemişti. Kabul edilmeyen çocuk bu karara itiraz ederek “Yâ RasûlALLAH! Onu nasıl kabul ediyorsun? Şayet ben onunla güreşecek olsam onu yıkarım!” Derken Peygamber’in (s.a.v.) önünde güreş tuttular ve dediği gibi onu yendi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) ikisini birlikte savaşa kabul etti.
Kız çocuklarının oyunu ise oğlan çocuklarının oyunlarından farklıdır. İslam alimleri şu hadise dayanarak kız çocuklarının müceasem, yani üç buutlu oyuncaklarla oynamalarını caiz görmüştür.
Hz. Aişe anlatıyor: Rasûlüllah (s.a.v.) Tebuk veya Hayber gazvesinden dönmüştü. Aişe’nin sofasında bir perde vardı. Rüzgâr esince, perdenin bir tarafını oyuncak kız bebekleri görünecek şekilde açtı. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.):
- Ey Aişe! Bu nedir? dedi. Aişe:
- Bunlar benim kızlarımdır, dedi. Peygamber (s.a.v.) onlar arasında bezden yapılmış iki kanatlı bir at gördü ve:
- Oyuncakların ortasında gördüğüm şu nedir? dedi. Aişe:
- O attır, dedi. Rasûlüllah (s.a.v.):
- Onun üzerindeki nedir? dedi. Aişe:
- İki kanattır, dedi. Rasûlüllah (a.a.v.):
- İki kanatlı at, öyle mi? Aişe:
- Süleyman peygamberin kanatlı atının olduğunu işitmedin mi? dedi.
Aişe diyor ki: “Rasûlüllah (s.a.v.) öyle güldü ki, azı dişlerini bile gördüm.”
Yine Hz. Aişe diyor ki: Ben Rasûlüllah’ın (s.a.v.) yanında oyuncak bebeklerle oynardım. Arkadaşlarım bana gelirler fakat Rasûlüllah’tan (s.a.v.) utanarak saklanırlardı. Rasûlüllah (s.a.v.) onları bana gönderir, benimle beraber oynarlardı. (627)
Çocukların oyunu konusunda dikkat edilmesi gereken iki noktayı hatırlatmak istiyoruz:
Bir canlıyı hedef edinmek kesinlikle yasak bir oyundur.
Said b. Cübeyr anlatıyor: İbn Ömer Kureyş’ten birkaç gence uğramıştı. Bunlar bir kuşu (veya tavuğu) hedef dikmişler ona ok atıyorlardı. Hedefe isabet etmeyen her oku kuşun (veya tavuğun) sahi bine veriyorlardı. İbn Ömer’i görünce hemen dağıldılar. Bunun üzerine İbn Ömer:
- Bunu kim yaptı? Bunu yapana ALLAH lanet etsin. Rasûlüllah (s.a.v.): “İçinde can olan bir şeyi hedef edinen kimseye lanet etmiştir” dedi. (628) ,
İkinci nokta ise, akşamdan az önce çocuklar oyunu bitirerek eve girmelidir. O vakitte sokak ve caddelerde şeytanların dağıldığını haber veren hadisler bulunmaktadır. Emrin Rasûlüllah’tan (s.a.v.) geldiğini bilmeleri için çocuklar bu hadisleri ezberlemelidir.
Cabir’den (r.a.) rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Gece karanlığı bastığı zaman çocuklarınızın dışarı çıkmalarına engel olun. Çünkü şeytanlar o zaman dağılır. Gecenin bir bölümü (akşamla yatsı arası) geçtiğinde onları bırakın!” (629)
Yine Cabir’den (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Gecenin ilk saatleri geçinceye kadar çocuklarınızı dışarı çıkmaktan men edin çünkü o vakitte şeytanlar dağılır.” (630)
(626) Hadisin kaynakları için bkz. s.
(*) Bkz. Ahmed b. Hanbel, III, 288.
(627) Buhâri, Edeb, 81; Müslim, Fedailu’s-Sahabe, 81; Ibn Mâce, Nikah, 50.
(628) Buhârî, Zebâih, 25; Müslim, Sayd, 59; Ebû Dâvûd, Edâhî, 11; Nesâî, Dahâyâ, 79; Dârimî, Edâhî, 13; Ahmed b. Hanbel, I, 333.
(629) Buhâri, Eşribe, 22; Müslim, Eşribe, 97. Ayrıca bkz. Silsiletü’I-Ehâdis es-Sahîha, Hadis No: 40.
(630) Ahmed b. Hanbel ve Hâkim’in rivayet ettiği bu hadis sahihtir. Bkz. Silsiletü’lEhadis es-Sahîha, Hadis No: 905.
Çocuklar İçin Sporun Faydaları
Ergenlik çağına erişenler için oyun boşuna geçirilen bir zaman olmasına rağmen, ‘çocuklar için çok önemli ve yerinde bir hareket sayılmalıdır. Oyuna dalan bir çocuk, fiziksel yapısıyla birlikte düşünme ve muhakeme yeteneğini geliştirir, problemlerin çözümünde, ferdî ve içtimai görevlerde belli bir olgunluk ve pratiklik kazandırır. Ailenin ve sosyal çevrenin büyük rol oynadığı okul öncesi dönem, çocuğun ruh ve zeka gelişimi için gerçekten çok önemlidir. Bu dönemde çocuğun içinde bulunduğu oyun ortamı, onun ideal olgunluk derecesine ulaşmasına zemin hazırlar. Tecrübe ve birikimini arttırarak gelecek için olgun ve şahsiyetli bir yapı kazanmasını sağlar. Bu yüzden oyun bir zaman kaybı/israfı şeklinde değil, çocuğun gelişimi için kaçınılmaz bir esas olarak değerlendirilmelidir. Çocuklarını evde veya komşu çocuklarıyla beraber oyun oynamaktan mahrum eden ana babalar, onları, sadece gelişebilmeleri için şart olan temel ihtiyaçlarından mahrum etmiş olmaktadırlar!
Netice itibariyle oyunun faydalarını maddeler halinde şu şekilde sıralamak mümkündür.
1- Fiziksel boyut: Canlı ve hareketli bir oyun, kas ve pazuların gelişimi için zarurettir.
2- Pedagojik boyut: Oyun, çocuğun birçok araç ve gereci öğrenmesine yol açar. Oyun esnasında çocuk çeşitli şekiller, renkler, hacimler ve giysiler tanır. Diğer kaynaklardan elde edemediği birçok bilgiyi çok defa o sırada görerek öğrenir.
3- Sosyal boyut: Oyun esnasında çocuk, diğer çocuklarla nasıl sosyal ilişkiler kuracağını, yardımlaşma ve dayanışma esaslarını ve yetişkinlerle nasıl hareket edeceğini öğrenir. Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi
4- Ahlâki boyut: Oyun esnasında çocuk, ilk aşamada doğru ve yanlış kavramlarını, adalet, doğruluk, dürüstlük, emanet ve centilmenlik gibi temel değerleri öğrenir.
5- Üretici boyut: Oyun vasıtasıyla çocuk, üretici gücünü ortaya koyabilir ve aldığı fikirleri deneyebilir.
6- Kişisel boyut: Oyun esnasında çocuk kendisiyle ilgili birçok şeyi keşfedebilir. Arkadaşlarıyla olan münasebetlerinde kendisinin güç ve yeteneğini tanır, kendisini onlarla karşılaştırır. Ayrıca problemlerini ve bunların üstesinden nasıl gelebileceğini öğrenir.
7- Tedavi boyutu: Oyun vasıtasıyla çocuk, çeşitli baskılar sonucu doğan stres ve gerilimi üzerinden atar. Bu yüzden birtakım baskı ve yaptırımların fazlasıyla uygulandığı evlerden gelen. çocuklar, diğer çocuklara nisbetle daha çok oynarlar. Ayrıca oyun, kin ve düşmanlığı bertaraf etmek için en güzel yoldur. (631),
(631) Dr. Muhyiddîn Tevk’in “Mecelletü’I-Arabî” deki (sayı: 234) makalesinden… Ölümü Çocuklara Nasıl Anlatmalı?
Batı dünyasından elimize geçen ve ölümle alâkalı olan çeşitli yazılar, İslâmiyetin her yaş grubu için ne kadar isabetli müjde ve telkinlerde bulunduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Batılı bir çocuk eğitimcisinin başından geçen çok enteresan bir olay, bu hakikate misâl olarak gösterilebilir.
Bu eğitimcinin küçük yaştaki kızı, günün birinde, bir türlü yemek yemez olmuştur. Annesi çocuğa önce yemesi için yalvarmış, sonra zorlamışsa da fayda vermeyince acıkması için beklemiştir. Ancak aradan 2 gün geçtiği halde küçük çocuk, ağzına bir lokma dahi koymamıştır. En nihayet annesi çok ısrar edince, çocukcağız ağlamaya başlar ve dilinden şu sözler dökülür:
–Ne olur anneciğim sen de yeme, çünkü seni çok seviyorum.
Annesi, neden yememesi gerektiğini sorduğunda küçük kız sebebini söyler ve anne hayretler içinde kalır. Meğer küçük kız ile babası arsında birkaç gün evvel şöyle bir konuşma cereyan etmiştir.
–Baba, niçin yemek yiyoruz?
–Büyümek için.
–Büyüyünce ne olacak?
–İhtiyarlıyacağız.
–Peki ihtiyarladıktan sonra ne olacağız?
–Ne olacak, herkes gibi biz de öleceğiz…
O günden sonra çocuk yemek yememeğe karar vermiştir. Çünkü o, herkesin yemek yediği için öldüğünü zannedip; öyleyse yemek yemem; yemezsem büyümem, büyümeyince de ihtiyarlamam ve dolayısıyla ölmem diye düşünmektedir. Tabii kendisi ölmek istemediği
gibi, çok sevdiği annesinin de ölmesini istemiyor. Bu sebeple O’nun da yememesi için, yalvarıp yakarıyor. Ve eğitimci bu hâdiseyi naklederek okuyucularına “Demek çocuklara anlaşılması zor olan ölüm ve âhiret gibi mevzuları anlatmamalıyız.” diyor. Bunu burada noktalayıp bir başkasına göz atalım.
Doktor Di Freundin de, Readers Diegest adlı derginin bir sayısında “Çocuklara ölümden bahsetmeli mi?” Konulu bir yazı yayınlar ve ölüm konusunda şu tavsiyelerde bulunur. “Çocuğunuzun köpeği ölünce, derin bir uykuya daldığını, kardeşi, arkadaşı veya bir yakını ölünce de onların bir seyahate çıktığını söylersiniz.” diyor.
Ancak birkaç gün sonra gelen yüzlerce mektupta; çocuğumuzu yatırıp uyutamıyoruz ve birlikte seyahate çıkamıyoruz. Çünkü köpeğinin ve arkadaşlarının başına gelen âkibetin, kendilerine de geleceğinden korkuyorlar, ne yapacağız, şaşkına döndük şeklinde birçok soru soruluyor.
Doktorun cevaben yazdığı yazı ise “Bu meseleyi fazla kurcalamakla hata ettik” şeklinde oluyor.
İşte bu cevaplar hiç şüphesiz çaresizliğin ve aczin, ilâhi esaslardan habersizliğin ifadesinden başka bir şey olmasa gerek. Demek ki, insan nev’inin yarısını teşkil eden çocuklar ancak ölüm sonrası bir hayat inancıyla insanca yaşayabilirler. Ve yalnız Cennet fikriyle onlara dehşetli ve ağlatıcı görünen ölümlere ve vefâtlara karşı dayanabilirler. Ve her vakit etrafında kendi gibi çocukların ve büyüklerin ölümlerinin onların endişeli nazarlarına çarpmasına, ancak ebedi hayatın müjdesiyle tahammül edebilirler. hem bunu tahmin etmek zor değildir. Çünkü çocuklar daha küçük yaşlardan başlayarak çeşitli ölüm-kalım tecrübeleriyle belirli bir ölçüde ölümle ilk karşılaşmaya doğru ilâhi bir programlama çerçevesinde hazırlanmaktadır.(uzun olduğu için iki bölümlük olacak yarın ikinicisi yazılır)Aydınlık ve karanlığın birbirini takibi, uyuma ve uyanık kalma dönemleri, çeşitli çocukluk oyunları ölüm ve hayat zıtlıkları şuurunu geliştirmekte, çocuk yavaş yavaş bazı şeylerin daimi ve düzenli bir şekilde gelip gittiğini, ister istemez öğrenmektedir. Bize düşen ise, en iyi ve realist telkini, ruha uygun olarak enjekte edebilmektir. Yeri gelmişken bu konuda da bazı tecrübe ve tespitlerin ışığında çocuktaki ölüm şuurunun kendini hangi yaşta gösterdiğne göz atalım. “Henüz 5 yaşına gelmemiş küçüklerin, ölümün varlığından bütünüyle habersiz ve herşeyin canlı olduğu, Macaristan, Çin İsveç, A.B.D. doğumlu çocuklarda yapılan testlerde hepsinin aynı kavrayış şeklini paylaştığı görülmüştür.
Çocuklara gerçeklerin bizim inancımız doğrultusunda öğretilmesi, onların yavaş yavaş ölüm fikrini kabul etmelerine ve bu tutumlarının düşünce ve konuşmalarına yansımasına sebep olur.
Pedagog ve psikologlar tarafından yapılan araştırmalar, çocuğun ruhî dünyasının en çok sarsıldığı yaşların 7 ve 9 yaşları olduğunu ortaya koymuştur. Çünkü çocuğun ölümü ihtiva eden, ölü taklidi yapması gerektiren oyunlara merak sarması bu döneme rastlar. Ölü taklidinin yer aldığı oyunların oynanması, çocuğun ölüm düşüncesini hayatın içine yerleştirmesi açısından tesirli bir rol oynar. Bu dönemdeki çocukların çoğu ölümü, bütün hayatî faaliyetlerin süresiz olarak kesilmesi şeklinde benimserler. Ünlü bir pedegog olan Carlos Costanetana’ya göre; çocuk ancak kendini doğrulayacak tasvirlere dayalı his ve müşahede tahlillerini yapabilecek duruma eriştiği bu yaştan itibaren, dünyayı ve hayatı tanımayı öğrenmiş ve dolayısıyla içinde yaşadığı cemiyetin bir üyesi olmağa hak kazanmış demektir.
Hiç şüphesiz insanlar içinde yapılan bu araştırmalarda mantık ölçülerine sığmayan tecrübe ve buluşlara da rastlamak mümkündür. Ancak yine de bunların hepsi bir araya geldiğinde şaşırtıcı bir şekilde birbiriyle uyum gösteren bir tablo meydana getirmektedir.
Başta zikrettiğimiz iki misalde olduğu gibi; susmak veya meseleyi örtbas etmeye çalışmak kime ne kazandırır? Aslında bizce hiç ehemmiyeti olmayan şeylerin dahi en ince noktalarını soran veya araştıran çocuk nasıl olur da kendisini ve bütün yakınlarını alâkadar eden ölüm ve âhiret gibi mevzuları sormaz, araştırmaz?.
Eğer siz ona “Ölüm yokluk değil!.. Hiçlik değil!… Sönmek değil!… ” hakikatını ve kabir kapısının nur âlemine açılan bir kapı olduğunu anlatamazsanız çocuğun, küçücük kalbi paramparça olacaktır. Oynamakta adi bir oyuncağı dahi elinden almaya çalıştığınızda ağlayan çocuk, eğer ahireti bilmezse, hergün beraber oynadıkları kardeşinin veya sevdiği bir yakınının birdenbire kaybolmasına nasıl tahammül edecektir?
Halbuki ruhu, “âhirete îman” nuruyla aydınlanan bir çocuğun çehresindeki teessür sisi dağılacak “Gerçi çok sevdiğim oyun arkadaşım veya kardeşim öldü, ama Cennetin bir kuşu oldu; orada bizden daha iyi yaşar. Hem nasıl olsa biz de O’nun yanına gideceğiz. Ölüm yok olmak değil ki üzüleyim. ölüm sadece bir vatan değişikliğinden ibarettir.” düşüncesi şuur ve hislerine akseder aksetmez, gözyaşları dinecek ve o küçücük kalbi huzur bulacaktır.
Yazımızı Prof. dr. Atalay yörükoğluínun ölüm ve çocuk konusundaki bir tavsiyesiyle bitirelim: ìÇocuklar ölümle çok erken yaşlarda ilgilenmeye başlarlar. Öldükten sonra iyilerin cennete gideceğini öğrenmek onlar için çoğu zaman yatıştırıcı olur… Sevdiği dedesi ölen bir küçük çocuk, bu gerçeği çok güzel dile getirmişti: dedem beni bırakıp cennete gitti, orada başka çocuklarla oynuyor!..
Yörükoğlu çocuğun bu durumuyla ilgili olarak anne ve babalara son tavsiyesi; onların sevdiği kişilerle bir öte dünyada buluşmak ümidini kırmayın şeklindedir.
Son olarak şunu da ifade edelim ki; ölüm meslesini çocuklara doğru biçimde anlatmanın yolu asıl biz büyüklerin onu doğru şekilde anlamamızdan geçer.
Cami ve Çocuklarımız:
Evin iyisi sosyal tesislere yakın olandır. Böyle bir evde oturmak insana ek bir mutluluk getirir. Ancak bazı insanların, -farkında olmadan ve suret-i haktan görünerek- işlediği hatalar, küçük mutlulukları dahi yok ediyor.
Bilhassa yaz günlerinde sokakta oynayan çocukların cami bahçesine sokulmamalarına şahit oluyorum. Çocukları ellerini yıkamak için bile cami bahçesine almamanın ne İslâmî ne de insanı bir tarafı vardır diye düşünüyorum… Cami avlusunu ve lavaboları temiz tutması için görevlendirilen insanların çocukları cami çevresinden uzaklaştırmalarını anlamakta güçlük çekiyorum… Öyle ki ezan okunurken terli terli şadırvana koşup abdest almak isteyen çocuklar dahi, cami avlusundan uzaklaştırılıyor. Ellerini yüzlerini yıkamak için cami avlusuna gizlice giren bazı çocukların ürkek ürkek cami içine, bilmedikleri fakat merak ettikleri bir şeye bakar gibi baktıklarına şahit oluyorum. Bu çocukları yetiştiren anne-babalara içten içe sitem etmekten kendimi alamıyorum.
Cami görevlilerinin, bu konuda uyarılması ve eğitilmesi gerektiği kanaatindeyim. Çocuklarla iyi ilişki kurmakta güçlük çeken görevlilere gerekli camiler, mescitler, çocuklar sevdirilmeli ve problemlerinin çözüldüğü mekanlar olduğu gösterilmelidir. Bu mekanlarda ve çevresinde cami görevlilerince düzenlenen kültürel etkinlikler, sportif yarışmalar çocukların ilgisini çekecektir. Böylece çocuklar camilerin yalnız ihtiyarların, belli zamanlarda girip çıktığı yerler değil bütün insanların huzur ve mutluluk duyduğu mekanlar olduğunu görecektir. Camiler, mescitler, çocuklara sevdirilmeli ve problemlerinin çözüldüğü mekanlar olduğu gösterilmelidir. Bu mekanlarda ve çevresinde cami görevlilerince düzenlenen kültürel etkinlikler, sportif yarışmalar çocukların ilgisini çekecektir. Böylece çocuklar camilerin yalnız ihtiyarların, belli zamanlarda girip çıktığı yerler değil bütün insanların huzur ve mutluluk duyduğu mekanlar olduğunu görecek, cami görevlilerini kendilerini kovalayan asık suratlı insanlar değil, sevecen ve iyilik timsali insanlar olarak tanıyacaktır. İçinde bulunduğu bunalımlı durumu rahatlıkla paylaşabilecektir.
Çok merak ediyorum çocukken girmesi yasak edilen bir yere büyüyünce nasıl alıştırılacak bu çocuklar? Oysa çok bilinen bir hadisi şerifde “Çocuklarınız yedi yaşına girince onlara namazla emredin” (Ebu Davut) buyurulmaktadır.
Çocukları camiden uzaklaştırma hareketini kim yaparsa yapsın ve bu gereksiz titizliğe göz yuman kim olursa olsun ne insanlıktan ne de Hz. Peygamber’in hayatından haberi var demektir. Hz. Peygamber (s.a.v) yakın çevresindeki çocuklara ve torunlarına o kadar ilgi ve sevgi göstermiştir ki; camide namaz kıldırıyorken bile çocuklar omuzunda ve sırtındadır. Hz. Zeynep’ten torunu Umame bu çocuklardan biridir. Hz. Peygamber onu namazda omuzuna alır, rukua gittiğinde yere kor, kalktığında tekrar omuzuna alırdı. (Kütüb-ü Sitte).
Bazen Hz. Peygamber secdeye gidince Hz. Hasan ve Hüseyin gelip sırtlarına binerlerdi. Hz. Peygamber secdeden kalkarken onları yumuşak bir şekilde alıp yere koyarlardı. Secdeye gidince onlar yine sırtına binerlerdi, bu durum namaz bitene kadar devam ederdi.
Çocuk terbiyesinde dini terbiyeye öncelik verilmesine rağmen günümüzde müslümanların çocuklarının yetişmesinde, bütün gayret ve maddi manevi imkanlarını, sadece dünyevi geleceklerini kazanma doğrultusunda harcamaları, onların, ahiretlerine yatırım yapmamaları inançlarına son derece aykırı bir durumdur. Namaz bitince de çocukları alır dizlerine oturturlardı.
Bir defasında Hz. Peygamber secdedeyken sırtına Hz.Hasan veya Hz. Hüseyin binince, ininceye kadar secdeyi uzatmıştı.
Bir başka zamanda da hutbe okuyorken Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin camiye girince sözüne ara verip aşağı inmiş ve onları kucağına almıştı.” (Nesai)
Bütün bu örneklerden anlaşılacağı gibi Hz. Peygamber (s.a.v) çocuk ve torunları ile çok yakından ilgilenmiş, onlara her zaman ve mekanda sevgi, anlayış ve sorumlulukla yaklaşmış şefkatle muamele etmişken; bizim çocukları cami ve çevresinden uzaklaştırmak için yaptığımız hareketleri nasıl yorumlayabiliriz? Cami ve cemaata alıştırma hususunda bizlere en güzel örnek Hz. Peygamber (s.a.v) olmalıdır. O ne güzel örnektir.
Kuranı Kerim açısından, aile terbiyesinde imandan sonra namaz öncelikli bir yer alır. “Ehline (yani aile halkına) namazı emret! O hususta sabır da göster. (Taha/132) ayetinde “ailene namazı emret” dedikten sonra, ayrıca omun hakkında sabretmenin emredilmesi çok manidardır. Usanmadan emir ve ilginin devam ettirilmesi ve mutlaka neticenin alınması gerekmektedir.
Hz. Peygamber’in çocukları irşadlarında namaz üzerinde çok durduğu görülmektedir. Enes (r.a) Tahrim Suresi’ndeki “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun” mealindeki ayet nazil olduğunda Hz. Peygamberin sabah namazına çıkarken altı ay Hz. Fatıma’nın kapısına uğrayıp onları namaza çağırdığını bildirmektedir. Oysa zamanımızda ağzını açtığında müslümanlığı kimseye bırakmayan, kendisini gerçek kurtulmuş olarak gören birçok aile, çocuklarının ibadetlerine dikkat etmemektedir. “Daha küçük, büyüyünce kılar. Biz de gençken böyleydik.” düşüncesizliği ile buluğa ermiş çocuklarını uyarmamakta, onlara yol göstermemektedirler. Sabahları “biraz daha uyusun” diye sabah namazına kaldırmamaktadırlar. Oysa genç her konuda olduğu gibi bu konuda da annebabasından ilgi bekler. İddia edilenin aksine ısrar ister.
Namaz kılmayan bir öğrencime “Sen akıllı bir kızsın ve sana namazın farz olduğunu da biliyorsun neden kılmıyorsun?” dediğimde “Ama öğretmenim annem bir kere kılmamı söylüyor, ısrar etmiyor” cevabını verdi. Anneye durumu anlattığımdan kısa bir süre sonra öğrencim sevinçle “Artık hiç namazımı bırakmıyorum öğretmenim” diye mutluluğunu benimle paylaşmıştı.
Aile terbiyesinde dini terbiyeye öncelik verilmesine rağmen günümüzde müslümanların çocuklarının yetişmesinde, bütün gayret ve maddi manevi imkanlarını, sadece dünyevi geleceklerini kazanma doğrultusunda harcamaları, onların, ahiretlerine yatırım yapmamaları inançlarına son derece aykırı bir durumdur. Her aile, çocuğunu en iyi kendisi tanır. Bu konuda çocuklarına nasıl davranmaları gerektiğini tesbit etmeli ve çocuğun ibadetini yerine getirmesini sağlamalıdır. İslam dininde, cemaatla namaz teşvik edilmiş, hatta bazı ibadetler için cemaat farz kılınmıştır. Cemaatle namaz müslümanların birbirleri ile görüşüp hallerinden haberdar olmalarını, bilgi alışverişinde bulunmalarını, aralarında disipile yaşadığı çevreye ve samimiyet kurduğu insanlara dikkat etmeli ve bu konuda çocuklarına iyi örnek olmalıdır.
Çocuklarının namaz kılmayan, camiye gitmeyen bir çevre ile ilgi kurmasına engel olmalıdır. Çocuğunu sadakatine güvendiği arkadaş ve dostlarıyla birlikte cemaatle namaz kılmaya alıştırmalı ve buııa devam etmelidir. Camilerde yapılan sohbetleri ve öğretilen
dini esasları ve inançları takip etmelidir. Kuranı Kerimi okumaktan ve dinlemekten derin bir zevk duymalı ve çocuklarına aynı zevki aşılamalıdır. Bu hususta ihmal ve gaflet göstermemelidir
Sahih hadislerde, cemaatle kılınan namaza verilecek sevabın tek başına kılınan namazın sevabından 25 veya 27 kat olduğu, ayrıca cemaata katılanların sayısı arttıkça kılınan namazın sevabının da artacağı haber verilmiştir.
Bilhassa babalar, erkek çocuklarını eğitmekte çok dikkat etmelidirler. Cünkü erkek çocuklar önlerinde örnek olarak babalarını görür ve onun gibi hareket etmeye özen gösterirler. Vakit girince cemaatla namaz kılmaya yarışırcasına gitmelerini sağlamak için çocuklarını teşvik etmelidirler. Gündüz rızık peşinde koşan babalar akşam ve yatsı namazlarını çocukları ile kılmaya özen göstermelidir. Camiye gitmeyi adet edinen bir çocuk, kendi iç yapısında imanın ruh ve mayısını kökleştirir. ALLAH’a itaatin zevkini ve heyecanını taşır. Aynı zamanda iyilikler ve kötülükler hususunda Islâmın
buyruklarına baş eğip teslimiyet göstirir.
Cemaata katılması çevresinde çeşitli yaştan ve seviyeden insanlarla ilfşkilerini güçlendirir. Bilindiği gibi insanlarla sağlıklı ilişki kuranıayanlar, ALLAH’la sağlıklı ilişki kuramazlar.
Aile yaşadığı çevreye ve saıııinıiyca kurduğu insanlara dlkkat etmeli ve bu konuda çocuklarına iyi örnek olmalıdır. Çocuklarının namaz kılmayan, camiye gitmeyen bir çevre ile ilgi kurmasına engel olmalıdır. Çocuğunu sadakatine güvendiği arkadaş ve dostlarıyla birlikte cemaatle namaz kılmaya alıştırmalı ve buna devam etmelidir. Camilerde yapılan sohbetleri ve öğretilen dini esasları ve inançları takip etmelidir. Kuranı Kerimi okumaktan ve dinlemekten derin bir zevk duymalı ve çocuklarına aynı zevki aşılamalıdır. Bu hususta ihmal ve gaflet göstermemelidir.
Ayrıca Kur’an ilimleriyle ve çocuğun anlayabileceği konularla ilgili toplantılara katılmaya özen göstermeli ve çocuklarını da yanlarına almalıdırlar.
Bilhassa kadınların bu konuda çok şikayetçi olduklarına şahit oluyoruz. Babalar kendi arkadaşları ile ilişkilerini düzenlerken aile fertlerini pek kaale almamakta ve -erkek-kız bütün çocukların, terbiyesi ve her yönden bilgilendirilme işi, annelerin üstüne atılmaktadır. Oysa 10 yaşından sonra erkek çocukların babaları ile birlikteliği ve erkeksi bir takım olayları paylaşımı onun bedensel, psikolojik ve sosyo kültürel gelişimi için çok önemlidir. Çünkü bu yaşlardaki erkek çocuğun babasından öğrenmesi gereken çok şeyleri vardır. Babaların öğretmeğe fırsat bulamadıkları şeyleri uygunsuz ortamlarda uygunsuz klşilerden öğrenerek yetişen nice iyi aile çocukları telef olmakta, kötü evlat olmaktadır. Çünkü her çocuk fıtrat üzere doğar ve onun iyi, kötü olmasına çevresi sebep olur.
Şair Şevkl anne baba ilgisizliğinin yetimlikten daha kötü olduğunu, dörtlüğünde ne kadar açık bir dille ifade etmektedir;
“Gerçek yetim, ana-babası hayatını tamamlamış, Kendisini başaşağı yalnız bırakmış kimse değil Asıl yetim, anası kendini boş işlere veren, Babası da durmadan kendini meşgul gösteren kimsedir.”
Çocuklara İffetli Olmayı Öğretelim:
Her dinin bir ahlâkı vardır; İslâm’ın ahlâkı da hayadır. Bu prensip dahilinde gençlere hayadan, iffetten, namustan bahsedince o kadar şaşırıyorlar ki kendimi bir başka dünyadan gelmiş gibi hissediyorum. Bu konuları anlatabilmek iğne deliğinden deveyi geçirmek kadar zor geliyor.
Bir eğitimci olarak etrafımda gelişen olayları daha dikkatli gözlemleme ihtiyacı hissetmekteyim. İçinde bulunduğumuz olumsuz hayat şartları, aile yapımızda çok büyük değişikliklere neden oluyor. Bu değişikliklerin git gide olumsuz yönde artması doğrusu çok korkutucu. Bütün olarak aile, birey olarak anne, baba, kız çocuk, erkek çocuk, yaşlı ebeveyn, yakın akrabalar hak ve vazifelerini unutmuş ve bir karmaşa içinde sürükleniyor.
Gezdiğim, gördüğüm yerlerde mutlu insanlar göremiyorum. Herkes birbirini suçluyor. Hep karşıdaki suçlu. Hiç kimse kendine bakmıyor. Evler birer kavga ortamı adeta. Herkes kendini haklı gördüğü için, herkes herşeyi bildiği için, kimse ne sevincini ne de üzüntüsünü paylaşmıyor. Anneyı-babayı dinlemiyor. Anne her iki taraf arasında şaşkın. Herkes yalnız. Bu yalnızlık; babayı sokağa veya işine, anneyi boş işlere, çocuğu arkadaşlara, içkiye, sigaraya, uyuşturucuya yakınlaştırıyor. Öyle ki ne babanın işinden annenin haberi var, ne de annenin gününü nasıl geçirdiğinden babanın. Çocuğun okuldaki, sokaktaki hayatı kimseyi ilgilendirmiyor.
Evden ayrılırken “ALLAH’a ısmarladık ben çıkıyorum!!” deyip dışarı fırlayan kızının, oğlunun girip çıktığı yerden haberi olmayan bir aile. Öyle aşırılıklarla karşılaşıyor ki ne yapacağını şaşırıyor. Günün birinde çantasını omuzuna alıp giden 13-14 yaşlarındaki kız, kaşları yolunmuş, yahut kulağına üç dört delik açılmış, elinin parmakları sigaradan sapsarı olmuş, elinde bira şişesi ile, oğlan arkadaşını koluna takmış olarak karşısına dikilince, anne-baba şaşkınlıktan kriz geçiriyor. “Biz ne yaptık veya ne yapmadık ki çocuğumuz böyle hatalar işliyor” diye düşüneceklerine toplumu, okulu, çocuğun arkadaşlarını suçlamaya başlıyorlar. Şaşkınlık geçtik2en sonra yaşananlar ise akla hayale sığmıyacak, insanlık dışı olaylar.
Çocuklarımız daha büyük yaşlarda daha büyük hata ve günahları kolayca işleyebiliyor. Üniversite çağındaki gençler arasında kız erkek ilişkisi zaman zaman ailelerinden habersiz aynı evi paylaşma noktasına varabiliyor. İşin en garip tarafı dindar olduğunu iddia edenler bu işi imam nikahı (!) ile meşrulaştırdıklarını sanıyorlar. Bu ne korkunç bir yozlaşma ve yüzsüzlük (!) anlamakta güçlük çekiyorum. Okul bitince “sen sağ ben selamet” deyip ayrılmak üzere birlikte yaşayan genç kız ve erkeklere yaptıklarının hata olduğunu birilerinin anlatması gerek. Bu çocuklar bizim çocuklarımız ve geleceğimiz. Çocuklarımızın bu derece yozlaşmasına, terbiye sınırını bu derece aşmalarına en büyük sebep mutlu ve anlayışlı bir aile ortamı sağlanmamasıdır. Anne babasıyla aynı sofrada yemek yemenin, aynı saatlerde kalkıp kahvaltı etmenin zevkini ve mutluluğunu unutmuş, karşılıklı saygı ve sevgi alışverişinin tadını hiç tatmamış aile ortamında yetişen bir çocuk, elbette ailenin kutsiyetini bilmeyecektir.
Böylece saygı ve sevgiyi tatmadan büyüyüveren çocuk, kendisini bağımsız bir ortamda bulunca ne yapacağını şaşırmaktadır. Bu çocukları suçlamıyorum. Çünkü biz çocuklarımızı daha doğar doğmaz dipsiz bir kuyuya atıyoruz, tutunacak bir ip veya tırmanabileceği bir merdiven uzatmadan “bu kuyudan çıkmalısın diyoruz.” Oysa o kuyunun içinde yılanlar çıyanlar çocuğumuzu maddeten ve manen tüketiyor. Çocuk hayatın gerçeklerini yaşadığı ortam zannediyor. Hz. Ömer “İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız.” demiyor mu?
Çocuk, bazen olumsuzlukların farkına varıyor, ancak çözümü yine o ortamda arıyor. Üzgün mü; hemen içki, uyuşturucu serbest seks imdada yetişiyor. Ne yedin? Ne içtin? Kimle beraber oldun? diye soran yok. “Oh ne güzel!!” demek geliyor ama güzel değil. Çünkü yemek, içmek ve her türlü şehvetin kuranı olan insan insanlıktan çıkar ve şehvetin yaygınlaştığı bir toplum pis ve rezil bir toplumdur. İnsanlık basamaklarının en aşağısındadır.
Bu karmaşa içinde çocuklarımıza nasıl davranacağımız konusunu iyiden iyiye düşünüp davranış biçimi geliştirmek zorundayız.
Bu konuda, Merhum Muhammed Kutup, “Taklitlerin Çarpışması” adlı eserinde, düşüncelerimize ne kadar güzel tercüman olmaktadır. Açık konuşalım…
Bu gün içinde bulunduğumuz ahlâki çözülmenin bir takım “objektif” sebepleri var mıdır?
Hangi örf ve adetlerin kalması, hangilerinin silinip gitmesi lâzım geldiği konusunda açık bir kanaat ve görüşümüz mevcut mu?Genç kız ve delikanlılarımızın üzerinde bulunmalarını istediğimiz şekil hakkında bir fikre sahip miyiz?
Onların kendilerini ne dereceye kadar hür kabul edecekler?
Hangi kanun hayatlarını zabtu rapt altına alıp yön verecek?…
Genç kız her tarafa gidecek mi?
Kendine bir erkek arkadaş bulabilecek mi?
Aile bunu bilecek mi yoksa sır olarak mı kalacak?
Öğrendiği zaman kızacak mı yoksa tanımamazlıktan gelerek görmeyecek mi?
Veya ellerini açıp delikanlıyı kucaklayacak mı?
Genç kız nişanlısı ile birlikte sinemaya, tiyatroya, tenha bahçelere, veya hiç kimsenin görmeyeceği yerlere gidecek mi?
Vücudunu teşhir eden bir (robla) giysiyle dışarıya çıkacak mı? Bu giysinin kumaşını kendisi seçip, bacaklarını, sırtını ve göğsünü açacak bir stilde modasını kendisi mi tayin edecek? Yoksa bu işi aile mi yapacak?
Dışarıya çıkarken nereye gittiği sorulacak mı?…
Uzaktan yakından gözetilecek mi yoksa bütün bağları salınacak mı?
Eve geç geldiğinde “nerede idin” diye sorulacak mı?..
Yoksa bu onun özgürlük sınırı içinde bir hak olarak mı kalacak?..
Şimdi madalyonun diğer yüzüne gelelim. Genç delikanlı her tarafa gidecek, kendisine hasıl olacak kolaylıklara göre cinsi ihtiyaçlarının tümünü veya bazısını tatmin edeceği bir kız arkadaş bulabilecek mi?…
Çocuğun babasına karşı durumu nasıl bir seyir takip edecek?
Delikanlı evleneceği kız için kendisi mi dünürlüğe gidecek, yoksa başka birini mi gönderecek?
Kiminle evlenecek?
Yolda, sinemada, parkta tanıdığı, öğrenimde ve işte arkadaşlık ettiği veya hiç tanımadığı bir kızla mı evlenecek?
Evlilikte ortaya koyacağı şartlar ne olacak ve evleneceği kızın bu şartları kabul edip etmeyeceğini bilebilecek mi?
Bir kızla arkadaşlık edip, onunla yapacağını yaptıktan sonra, şayet beğenirse mi evlenmek için dünür gönderecek?
Yoksa temiz bir dostluk mu kuracaklar? Bu temizliğin derece ve gayesi ne olacak?
Kızın kendisine beslediği sevgiyi nasıl anlayacak?
Bunlar ve daha bunlara benzer, yüzlerce binlerce misal zikredilebilir.
Peygamberimizin Çocuklarla İlgisi:
Bir Peygamber olarak insanı ilgilendiren her konuya temas eden Peygamber Efendimiz’in tabii olarak çocuk terbiyesiyle alâkalı hadisleri mevcuttur.
Bu konuyu Prof. Dr. Abdullah Aydınlı’nın “Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Terbiyesinde Yetişen Çocuklar” adlı tebliğinden özetleyerek anlatmaya çalışalım. (Bu tebliğ, İslâm’da Aile ve Çocuk Terbiyesi Sempozyumu adlı kitapta yer almaktadır.)
“Hz. Peygamber’in üstün nitelikleri, merhameti, sevgi ve şefkati, gayri müslimlerin de çocukları dâhil olmak üzere bütün çocukları kucaklamıştır. O, engin tevazusuyla çocuklarla her fırsatta ilgilenmiş, şakalaşmış, gördüğünde onlara selam vermiş hal hatırlarını sormuş, bu arada kusurlarını hoş karşılamış, hasta olduklarında ziyaretlerine gitmişti. Aynı şekilde gayrı müslimlerin çocukları da Hz. Peygamber’in şefkat deryasında nasiplerini almışlardır. Hz. Peygamber, savaşlarda çocukların öldürülmesini, esirler içinde bulunan anne ile çocuklar birbirlerinden ayrılmalarını yasaklamış, gayri müslimierin de çocukların hastalandıklarında onları ziyaret etmişti.
Hz. Peygamber’in ailesindeki çocuklarla ilgilendiği konuları ihtiva eden hadislerden de bir müslüman ailenin çocukları olduğunda neler yapması gerektiğini öğrenebiliriz. “Hz. Peygamber’in yakın çevresindeki çocuklara alâkası doğumdan itibaren başlar. O, doğan çocukların kulaklarına ezan okur, olara isim takar önceden kötü isim takılmışsa onları değiştirir, onlar için akika kurbanı keserdi. Meselâ, torunu Hz. Hasan doğduğunda iki kulağına ezan okumuştu. Oğlu İbrahim’in doğduğu gecenin ertesi günü ona isim takışını ise sahâbesine şöyle açıklamıştı: “Bu gece bir oğlum oldu. Ona atam ibrahim’in ismini koydum. (Bilindiği gibi Hz. Muhammed, Hz. İbrahim’in soyundandır.)”
“Hz. Peygamber, torunlarını evde bazen sırtına, bazen kucağına alıp eğlendirirdi. Hatta bazen Hz. Peygamber, câmide namaz kıldırıyorken bile çocuklar omuzunda veya sırtındadır. Bir gün Hz. Peygamber, zekât dağıtırken torunu Hz. Hasan kucağında bulunuyordu. Dağıtma işi bitince onu omuzuna almıştı.”
“Hz. Peygamber (s.a.v.) çocuk ve torunlarının maddî ve mânevi eğitimiyle de ilgilenir, onlara, dünya ve ahîret mutluluklarını sağlamaya yönelik irşadlarda bulundu. Hz. Peygamber’in çocuklarını irşadlarında namaz ve zühd üzerinde çok durduğu görülmektedir. O (s.a.v.) sabah namazına çıkarken Hz. Fâtıma’nın kapısına uğrayıp namaza kaldırırdı.”
Şüphesiz Hz. Peygamber’den terbiye ile ilgili birçok hadis rivâyet edilmiştir. Burada kısa bir özetle yetindik.
Çocuk Eğitiminde Aile:
Ebeveynlik, sadece olduğunuz bir şey değil, yapınanız gereken bir görevinizdir. Anne-baba olmak, eylemi gerektirir. Ebeveynlik; İslam, yaşam, ilişkiler, dürüstlük ve saygı gibi konularda çocuğunuzun neleri bilmesi gerektiğine karar vermenizi de içerir. Kendi kişisel karakterlerini oluştururken çocuklarmıza belli konularda yardım etmeyi kapsar. Anne baba olmak, çocuğumuza nasıl bağımsız ve sorumluluk sahibi iyi müslümanlar olacağı hususunda örnek olmayı gerektirir.
İslam’a ve insanlığa hizmet eden, huzurlu bir dünya ve aile için sağlıklı nesillere ihtiyaç vardır, bunun için de kadınlarımıza çok büyük görevler düşünmektedir. Kadınlarımız çocuklarmın elbiselerinin temizliğine gösterdikleri özenden daha çok kalplerinin temizliğine, çocuklarmın karmlarmı doyurmaya gösterdikleri özenden daha fazlasını kafalarmın doyurmaya özen göstermek zorundadır, aksi halde çocuklarımız bir canavar olarak yetişecektir.
Her kadın ve erkek bir başka kadının eseridir, kadın anadır, kadını da erkeği de insan gibi yetiştirme sorumluluğu kadına aittir, onun için kadınımızın daha fazla okuması, daha fazla düşünmesi, yaşadığı dünyaya tanıklık etmesi gere kir. Eğer kadınlık ve analık görevlerini yerine getirmezler ise çocukları adam gibi yetirmez. Bu ise kendi başlarına hem de toplumun başına bir bela sarar.
Bu bozuk düzen içinde, çocuklarının yine bu düzenin okullarında, imanlı fertler olarak yetiştirmeye çaba gösterirken, unutulmamalıdır ki çocuklarımızın ve bizlerin cennete girmesi, çocuklarımızın üniversiteye girişinden daha önemlidir. Elbette çocuklarımız okuyacak, ilim tahsili yapacaktır, ama her şeyden önce imanlı ve kamil bir müslüman olmaları gerekir. Bunun için de kafalarının ve gönüllerinin ebeveynleri tarafından doyurulmuş olması gerekir. İslami kaynaklarda da çocuğun tabi tutulacağı eğitim ve öğretimdeki temel konular genel olarak şöyle tespit edilmiştir:
1- İtikat ve ibadete dair zorunlu İslami bilgiler.
2- Ahlak ve muaşeret kuralları.
3- Çocuğun istikbalde geçimini sağlayabilmesi için mümkün ve münasip olan bir meslek dalında pratik bilgiler.
Anlaşılacağı üzere öncelikle aile yuvası içinde çocukların vicdanını kulluk sorumluluğu periyodik olarak yerleştirilmesi amaçlanmaktadır.
Çoğu anne-baba, çocuklarını yetiştirme hususunda gerçekten en iyisini yapmak isterler. Onları ihmal etmeye ya da onları incitmeye kalkışmazlar. Oysa pek çok anne-baba için ebeveynlik, günlük işlerinin arasında ikinci sıraya alır, çoğunlukla problemler ortaya çıktığında onlarla ilgilenmeye başlar. Örneğin çoğu insan iş hayatındaki amaçlarım, emekliliğini, arabasını ne zaman değiştireceğinin planlarını … sayabilir, ama çocuğunun sağlıklı ve mutlu yetişmesi için, ne yaptığını, kendisini ve Çocuğunu geliştirmesi için ne gibi planlar yaptığını söyleyemeyecektir. Veya fiziksel olarak tüm günü çocuklarıyla birlikte geçirdikleri halde zihinsel olarak çocuklarından kilometrelerce ayrı, hiçbir şeyi paylaşmayan, emir vermek ve kuru nasihatten başka çocuk ile hiçbir şey konuşmayan bir ebeveynler görürüz. Oysa; çocukların, hayatı anne babaları ile birlikte aktif bir şekilde yaşayarak tanımaya ihtiyaçları vardır. Bu nedenle çocuğunuzla konuşun, çocuğunuzla birlikte iş yaparak paylaşın. Bir Problemi halletmeye giderken çocuğunuzu da götürerek problem çözmeyi öğretin, çocuğunuzun duygu ve bedeni ile birlikte olun.
Her çocuk anasından temiz duygularla doğar, onu Yahudi ve Mecusi yapan anne babasıdır. (El-Buhari, 6/143) Bizler nasıl yaşarsak Çocuklarımız bizlerden öyle yaşamayı öğrenir, çocuklarımızdan ancak verebildiklerimiz kadarını bekleyebiliriz, bu nedenle bizlerin ve çocuklarımızın beşikten mezara kadar öğrenmesi ve öğretmesi gerekir.
|