Hattı Hümayın Sultan III. Osman'ın Kendi El Yazısıyla
Doğu medeniyeti yazılı değil sözlü geleneğe dayandığından toplum, kulağını ve dilini kullanmayı, dinleyip hafızaya nakşetmeyi esas kabul ediyor ve bunu yazıya tercih ediyordu. Bireysel değil kitlesel yaşam dolayısıyla da okuma ve yazmaya yani yazıya neredeyse ihtiyaç kalmıyordu. Nitekim bunun bir yansıması olarak Türkler arasında yazı çok geç kullanılmaya başlandı. İslam öncesi Türk devletlerinde, devlet örgütünü ve sosyal hayatı tamamen sözlü kurallar organize etmekteydi.
“Töre” denilen bu sözlü kurallar manzumesi bu gün bazı araştırmacıların “Tengricilik” olarak adlandırdığı eski Türk inancının dini hükümlerinden ibaretti. Töre, hakanın görevlerinden, toplumun vazifelerine, ceza uygulamalardan, ahlak kuralları, dini ritüeller, yuğ törenleri ve ölüm merasimlerine kadar birçok meseleye şekil vermekteydi. Bu haliyle “töre” bireysel değil fakat toplumsal yaşamın adeta pek çok alanını düzenliyordu.
İslamiyet Sonrası Dönem. İslamın kabulüyle birlikte yazılı şer’i hükümler toplum ve devlet hayatına girdi. Ancak İslamiyet’in düzenlemediği
Kanun-i Esâsi'nin Kapağı
veya devlet başkanın takdirine bıraktığı sahalarda şer’i kurallarla çatışmayan töre hükümleri de “örf“ adıyla varlığını korudu.
Osmanlı Devletinde kanunnameler, adaletnâmeler, fermanlar, hatt-ı hümayunlar hep bu örfi sahayı düzelmeyen hukuk belgeleriydi ve her padişah değişiminden sonra hükmünün yeniden tasdiki gerekirdi.Temelde ortaya konmuş yazılı ve somut bir anayasa olmamakla birlikte yapının kendisi anayasa işlevini görmekteydi.
İlk Anayasa (Kanun-i Esâsi) İlk Anayasamız, Sultan II. Abdülhamid’in hakkında “Memleketi cumhuriyet haline koymak ve kendileri dahi reis-i cumhur olmak niyetindedirler” dediği Midhat Paşa’nın zoruyla 1876’da yapıldı. 1877 başında da milletvekilleri seçildi. Fakat bu anayasa o sırada toplanan tersane konferansını gereksiz kılmak ve Avrupa’ya bir sürpriz yapmak maksadıyla bir hata olarak aniden, adeta baskın suretinde ilân edildi. İlâneının şekli dolayısıyla da Avrupa tarafından bir oldubitti hareketi telakki edilerek hiçbir şekilde ciddiye alınmadı.
1876’dan sonra daha pek çok kez yeni anayasa metinleri yazıldı. Fakat asker ve bürokrat elinde şekillenen metinlere sivil otoritenin dahli neredeyse hiç olmadı. Giderek demokratikleşmek yerine milli irâde budanarak bürokratik kurumlara pay edildi.