medinedevri1
Üç şeyi az yapın bir şeyi çok, Az yiyin, az konuşun, az uyuyun. Çok düşünün. (Mevlana)
MEDİNE DEVRİ (BÖLÜM 1) "Doğrusu inanıp hicret edenler Allah Yolunda mallarıyla, canlarıyla cihâd edenler ve muhâcirleri barındırıp onlara yardım edenler, işte bunlar birbirlerinin dostudurlar." (el-Enfâl Sûresi, 72) 1- MEDİNE'DE GENEL DURUM Rasûlullah (s.a.s.)'in hicreti esnâsında, Medine'de Evs ve Hazrec adlı iki Arap kâbilesi ile, Kaynuka, Nadîr ve Kurayzaoğulları adlı üç Yahûdi kabîlesi vardı. Arap kabileleri buraya "Seylü'l-arim" denilen sel felâketinden sonra Yemen'den; Yahûdîler ise, Romalıların Kudüs'ü işgal ve tahriplerinden sonra Kudüs'ten gelip yerleşmişlerdi. Başlangıçta, bir müddet Araplarla Yahûdîler iyi geçinmişlerse de, Yahûdîlerin çıkarcı davranışları yüzünden zamanla araları açılmış, Arablar Yahûdîleri yenerek Medine'de hâkim duruma gelmişlerdi. Fakat çok geçmeden Yahûdîlerin entrikaları ile birbirlerine düştüler ve iki kardeş kabîle uzun yıllar birbirleriyle savaştılar. Bu savaşların en sonuncusu Buâs Harbi'dir. Hicretten yaklaşık 5 yıl önce sona eren ve bazı fâsılalarla tam 120 yıl süren bu savaşta her iki taraf da büyük kayıp vererek zayıf düşmüşlerdir. Bu yüzden, Hicret esnâsında Yahûdîler, özellikle iktisâdî yönden Medine'de hâkim durumda bulunuyorlardı. Evs ve Hazrec kabîleleri, aralarındaki bu düşmanlığın ancak Rasûlullah (s.a.s.)'in hakemliği, İslâm'ın getirdiği adâlet, sevgi ve kaynaşma ile ortadan kalkabileceğini anlayarak Müslümanlığa sımsıkı bağlandılar. Gerçekten Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Medîne'ye gelmesiyle, bu iki kardeş kabile arasında asırlarca sürmüş olan kin ve düşmanlıktan eser kalmamıştır.(144) 2- MESCİD-İ NEBÎ'NİN İNŞÂSI Hicret esnâsında Medîne'de câmi yoktu. Rasûlullah (s.a.s.) namaz vaktinde nerede bulunursa namazı orada kıldırırdı. İlk mescid, hicretin ilk günlerinde Kuba'da yapıldı. Hicret sırasında, Rasûlullah (s.a.s.)'in devesinin çöktüğü, Halid b. Zeyd'in evinin karşısındaki boş arsaya mescid yapılacaktı. Neccâroğullarından iki yetim çocuğa âit olan bu arsayı, Neccâroğulları hibe etmek istedilerse de Peygamber (s.a.s.) Efendimiz kabûl etmedi. Bedeli olan 10 miskal (40.9 gr) altını Hz. Ebû Bekir ödedi. Arsada müşrik kabirleri, yabâni hurmalar ve engebeler vardı. Kabirler başka yere nakledildi. Hurma ağaçları kesildi, çukurlar düzlendi. Mescid'in yapımında bizzât Rasûlullah (s.a.s.)'de bir işçi gibi çalıştı. Temeli taştan, duvarları kerpiçten, direkleri hurma ağaçlarından yapıldı. Üzeri de hurma dallarıyla örtüldü; zemini ise topraktı. Kıblesi Kudüs'e doğru olan bu mescid'in, biri mihrab'ın karşısındaki ana kapı, biri Rasûlullah (s.a.s.)'in evine açılan kapı, diğeri de "Bab-ı Rahmet" denilen kapı olmak üzere üç kapısı vardı. Kıble'nin değişmesinden sonra, ana kapı ile mihrap yer değiştirdiler.(145/1) 3- HÂNE-İ SAÂDET'İN İNŞÂSI ve RASÛLÜLLAH (S.A.S.)'İN HZ. ÂİŞE İLE EVLENMESİ İnşâsı 7 ay süren Mescid'in bir tarafına Rasûlullah (s.a.s.) ve âilesinin ikameti için odalar (hücreler) yapıldı. Bu odaların sayısı daha sonra dokuza çıkmıştır. Odalardan her birinin genişliği 3-3,5 arşın, uzunluğu 5 arşın, yüksekliği ise bir adam boyu kadardı. Hz. Aişe, Safiyye ve Sevde'nin odaları Mescid'in güneyinde; Ümmü Seleme, Ümmü Habibe, Meymûne, Cüveyriye, Zeyneb bt. Cahş ve Zeyneb bt. Huzeyme'nin odaları ise Mescidin kuzeyinde bulunuyordu. Rasûlullah (s.a.s.)'in hâlen "Kabr-i Saâdet"inin bulunduğu yer, Hz. Âişe'ye tahsis edilen oda idi. Mescid ve hücrelerin yapımı tamamlanınca, Hz. Peygamber (s.a.s.) misâfir kaldığı Halid b. Zeyd'in evinden buraya taşındı. Evlâtlığı Zeyd b. Hârise ve Ebû Râfi'i Mekke'ye gönderip kendi âilesi ile Ebû Bekir'in âilesini de Medine'ye getirtti. Kendi âilesi, Hz. Hatice'nin vefâtından sonra evlendiği Zem'a kızı Hz. Sevde ile kızları Ümmü Gülsüm ve Fâtıma idi. Kızlarından Rukiyye daha önce eşi Hz. Osman'la birlikte hicret etmişti. Diğer kızı Zeyneb, kocası henüz müşrik olduğu için gelemedi.(145/2) (Zeyneb, Bedir savaşından sonra hicret edebildi) Ebû Bekir'in âilesi ise, karısı Ümmü Rumân ile çocukları Abdullah, Esmâ ve Âişe'den ibâretti. Bunlarla berâber Zeyd b. Hârise'nin eşi Ümmü Eymen ile oğlu Üsâme de Medine'ye geldiler. Hz. Ebû Bekir'in kızı Âişe ile Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) hicretten önce Mekke'de iken nişanlanmışlardı. Hicretten 8 ay sonra, Şevval ayında Medine'de evlendiler. Böylece, Rasûlullah (s.a.s.) ile Hz. Ebû Bekir arasındaki mânevi bağ, akrabalık bağı ile daha da kuvvetlenmiş oldu. Hz. Âişe son derece zeki, bilgili ve kültürlü bir hanımdı. Dinî hükümlerin, Müslüman kadınlara öğretilmesinde büyük gayreti yanında, özellikle Rasûlullah (s.a.s.)'in ev ve âile hayatıyla ilgili bilgileri Müslümanlar O'ndan öğrenmişlerdir. Kendisinden 2210 hadis rivâyet edilmiştir. 4- SUFFE ASHÂBI (ASHÂB-I SUFFE) Mescid'in bir tarafına da, etrâfı açık, üstü hurma dallarıyla örtülü bir gölgelik, (çardak, suffe) yapıldı. Evi ve âilesi olmayan fakir Müslümanlar burada kaldıkları için onlara "Ashâb-ı Suffe" denilmiştir. Suffe ashâbı son derece fakirdi. İş buldukları zaman çalışırlar, diğer zamanlarda Mescidde ilim ve ibâdetle meşgul olurlardı. Burası İslâm Târihinde ilk yatılı öğretmen okulu durumundaydı. Bu okulun dershanesi mescid, yatakhanesi suffe, öğrencileri suffe ashâbı, öğretmenleri de bizzat Rasûlullah (s.a.s.) idi. Medine'nin dışında yeni Müslüman olan topluluklara İslâm'ı öğretmek üzere bir öğretmen göndermek gerektiğinde, bunlar arasından gönderiliyordu. Sayıları 70 ile 400 arasında değişen Suffe ashâbının ihtiyaçları, ashâbın zenginleri tarafından karşılanıyordu. Rasûlullah (s.a.s.) her akşam bunlardan bir kısmını kendi sofrasına alır, bir kısmını da ashâb arasına dağıtırdı. Getirilen sadakaları tamamen bunlara gönderir, kendisine gelen hediyelerden de suffe ashâbı için hisse ayırırdı.(146/1) Rasûlullah (s.a.s.)'den en çok hadis rivâyet etmiş olan Ebû Hüreyre de suffe ashâbındandı. 5- FARZ NAMAZLARIN DÖRT REKAT OLMASI Mirâctan önce Müslümanlar akşam ve sabah olmak üzere iki vakit namaz kılıyorlardı. Beş vakit namaz mirâcta farz kılındı. Ancak, Hicretten önce, akşam namazının farzı üç rekât, diğer vakitlerin hepsi de ikişer rekâttı, Hicretten sonra, öğle, ikindi ve yatsı namazlarının farzları dört rekâta çıkarıldı. Sefer zamanlarında ise ilk farz kılındığı sayıda bırakıldı.(146/2) 6- EZÂN'IN MEŞRÛİYETİ Mescid-i Nebi'nin inşâsı bittikten sonra, namaz vakitlerinin Müslümanlara duyurulmasına ihtiyaç duyuldu. Çünkü, namaza erken gelenler vaktin girmesini bekleyip işlerinden kalıyorlar; geç gelenler ise cemâate yetişemedikleri için üzülüyorlardı. Rasûlullah (s.a.s.) vahiy gelmeyen konularda ashâbı ile istişâre ederdi.(147) Bu konuda yapılan istişâre esnâsında, namaz vakitlerinin "çan veya boru çalınarak, ateş yakılarak, yüksek bir yere bayrak çekilerek duyurulması" teklifleri yapıldı. Rasûlullah (s.a.s.), "çan çalmak Hristiyanların, boru çalmak Yahûdîlerin, ateş yakmak Mecûsîlerin âdetidir." diyerek kabûl etmedi. Bayrak çekme teklifi de beğenilmedi. İstişâre sonunda hiç bir şeye karar verilemedi. Ensârdan Zeyd oğlu Abdullah, rüyâsında elinde nâkûs (çan) bulunan birini görmüş, namaz vakitlerini duyurmak için bu nâkûsu satın almak istemiş, Rüyâsında gördüğü bu zât ona: -"Ben sana daha güzelini öğreteyim" diyerek ezân lafızlarını söylemiş. Abdullah uyanınca, Rasûlullah (s.a.s.)'e gelerek rüyasında gördüklerini haber verdi. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.): -"İnşâllah hak rüyâdır. Bilâl'in sesi seninkinden gür. Gördüğünü ona öğret. Namaz vaktinde ezânı o okusun", buyurdu. Bilâlin okuduğu ezân, Medine'nin her tarafından duyuldu. Aynı rüyâyı Hz. Ömer de görmüş, fakat Abdullah daha önce haber vermişti.(148) Daha sonra Bilâl, sabah ezânlarına "es-salâtü hayrun minen-nevm" (namaz uykudan hayırlıdır.) cümlesini de eklemiştir. Ezân, şeâir-i İslâmiye'dendir. Vâcib derecesinde kuvvetli bir sünnetdir. Yalnız rüyâ ile değil, Rasûlullah (s.a.s.)'in sünneti ve daha sonra inen âyetlerle de sâbittir.(149) 7- ENSÂR İLE MUHÂCİRLER ARASINDA KARDEŞLİK Mekke'li Müslümanlar, dinleri uğrunda bütün servet ve varlıklarını Mekke'de bırakmışlar, Medine'ye hicret ederek muhâcir olmuşlardı. Medineli Müslümanlar, onları kendi nefislerine bile tercih ederek, her türlü yardımı yapmışlar, onların bütün ihtiyâçlarını karşılamışlardı.(150) Fakat muhâcirler, ensâr'a yük oluyoruz, kendi kazancımız yok, diye üzülüyorlardı. Rasûlullah (s.a.s.) muhâcirlerin bu üzüntüsünü gidermek, aradaki sevgi ve samimiyeti güçlendirmek, herhangi ayrılık belirtisini önlemek için Hicretin 7'inci ayında muhâcirlerle ensârı, Mâlik oğlu Enes'in evinde topladı.(151) Burada, bir muhâciri, bir ensârla kardeş yaparak 90 (veya 360 kişi asarında kardeşlik bağı kurdu.(152) Ensâr, muhâcir kardeşlerini alıp evlerine götürdüler Mallarına ortak ettiler. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)'e başvurarak: -Ya Rasûlallah, hurmalıklarımızı, muhâcir kardeşlerimizle aramızda paylaştır... dediler. Rasûlullah (s.a.s.): -Hayır, mülkiyet size âit. Muhâcir kardeşlerinizle birlikte çalışacak, mahsûlü paylaşacaksınız... buyurdu.(153/1) İki taraf buna râzı oldular. Kardeşler birbirlerine o derece bağlandılar ki, başlangıçta, zev'il-erhâmdan önce birbirlerine mirâsçı bile oldular.(153/2) Ensâr'dan Reb'i oğlu Sa'd, muhâcir Avf oğlu Abdurrahman'a: -Ben malca ensârın en zenginiyim. Rasûlullah (s.a.s.) ikimizi kardeş yaptı. Malımın yarısı senindir. İki zevcem var, dilediğini boşayacağım. Onu da nikâhlarsın... dedi. Abdurrahman: -Allah malını da, zevceni de sana mübârek kılsın. Benim bunlara ihtiyâcım yok. Sen bana çarşıyı göster... dedi.(154) Abdurrahman ticârete başladı, kısa zamanda zengin oldu. Muhâcirlerin büyük kısmı ticâretle hayatlarını kazandılar. Ensâr ve muhâcirlerden belirli kimseler arasında Hz. Peygamber tarafından yapılan kardeşlik, daha sonra "Mü'minler ancak kardeştirler"(el-Hucurât Sûresi, 10) âyet-i celîlesiyle genişledi. Fakat bu kardeşliğin, mirâsla ilgili hükmü, Bedir Savaşı'ndan sonra "...Akraba olanlar (mîrâs hususunda) Allah'ın Kitabında mü'minlerden ve muhâcirlerden daha yakındır.." (el-Ahzâb Sûresi, 6) ve "Allah'ın Kitâbında (mirâs hususunda) hısımlar birbirlerine daha yakındır." (el-Enfâl Sûresi, 75) ayet-i kerimeleri ile kaldırıldı.(155/1) Çünkü muhâcirler, çalışıp ticâret yaparak ilk sıkıntılı günlerinden kurtuldular. Bedir Savaşı ganimetlerinden de yararlandıktan sonra, artık ensârın yardımına ihtiyaçları kalmadı. 8- MÜSLÜMANLARLA YAHÛDÎLER ARASINDA VATANDAŞLIK ANLAŞMASI Rasûlullah (s.a.s.) Mekkeli muhâcirlerle, Medineli ensârı kardeş yaparak birbirlerine bağladıktan sonra, Medine'yi dış düşmanlara karşı müştereken savunmak üzere muhâcirler, ensâr ve Medine'deki Yahûdîler arasında yazılı bir "vatandaşlık anlaşması" yaptı. Bu anlaşmaya göre: a) Diyet ve fidyelere ait kurallar, eskiden olduğu şekilde devam edecek: b) Yahûdîler kendi dinlerinde serbest olacaklar; c) Müslümanlarla Yahûdîler, barış içinde yaşayacaklar, d) İki taraftan biri, üçünçü bir tarafla savaşırsa, diğer taraf yardımcı olacak, e) Taraflardan biri Kureyşle dostluk kurmayacak ve onları himâyesine almayacak, f) Dışardan bir tecâvüz olursa, Medine müştereken savunulacak, g) İki taraftan biri, üçüncü bir tarafla sulh yaparsa, diğer taraf bu sulhü tanıyacak, h) Müslümanlarla Yahûdîler arasında çıkacak her türlü anlaşmazlıkta Hz. Peygamber (s.a.s.) hakem kabûl edilecekti. (155/2) 9- MEDİNE'DE MÜSLÜMANLARIN DURUMU Müslümanlar Medineye göç etmekle rahata kavuşmuş olmadılar. Bir bakıma tehlike ve düşmanları daha da çoğaldı. Hicretten önce karşılarında düşman olarak yalnızca Mekke müşrikleri vardı. Hicretten sonra puta tapıcı müşrikler, münâfıklar ve Yahûdîler olmak üzere üç sınıf düşmanla karşı karşıya geldiler. a) Puta tapıcı müşrik Arablar: Arabistan'ın çeşitli bölgelerinde Kâbe'yi ve putlarını ziyârete gelen Arab kabîleleri sâyesinde bol kazanç elde eden Mekkeliler, maddî çıkarlarını putperestliğin yaşamasında gördükleri için, Müslümanlığa düşman olmuşlar, Müslümanları yok etmek için ellerinden gelen her şeyi yapmışlardı. Müslümanlığın, Şam ticâret yolu üzerinde bulunan Medine'de yayılması da onların işine gelmedi. Bu sebeple hicretten sonra, Müslümanların peşini bırakmadılar. Müslümanlığı henüz kuvvetlenmeden yok edebilmek için her tedbire başvurdular. b) Yahûdîler: Evs ve Hazrec kabîleleri arasındaki anlaşmazlığı körükleyerek onları zayıf düşürüp, Medine'de ekonomik yönden hâkim duruma gelen Yahûdîlerin de, Müslümanlık menfaatlerine uygun gelmemişti. Hz. peygember (s.a.s.) Efendimiz bunlardan gelecek tehlikeleri önlemek için Yahûdî kabîlelerinin her biriyle ayrı ayrı anlaşmalar yapmıştı. Fakat, bunlar anlaşmalara sâdık kalmıyorlar, Kureyş kabîlesi ve Müslümanlara düşman olan diğer unsurlarla işbirliği yapıyorlardı. c) Münâfıklar: Hicretten önce Hazrec kabîlesinin ileri gelenlerinden Übeyy oğlu Abdullah'ın (Abdullah b. Übeyy b. Selûl) Hazrec kabîlesine reis olması kararlaştırılmıştı. Taraftarları ona süslü bir taç bile hazırlamışlardı. Müslümanlığın Medine'de süratle yayılması ve Rasûlullah (s.a.s.)'in hicret etmesi, Abdullah'ın reisliğine engel oldu. Bu yüzden Abdullah ve taraftarları Müslümanlığa düşman oldular. Fakat mücâdele ve bozgunculuklarını daha etkili yapabilmek için, imân etmedikleri halde Müslüman göründüler. Böylece bir de "Münafıklar zümresi" meydana geldi. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bunları bilyor, fakat ayıplarını yüzlerine vurmuyordu. Mekkeli müşrikler, Medine'deki Yahûdîlerle münâfıkları, Müslümanlara karşı el altından devâmlı teşvik ve tahrik ediyorlar, Medine etrafındaki müşrik Arab kabîleleriyle anlaşmalar yaparak Medine'ye baskın yapmağa hazırlanıyorlardı. Münâfıkların reisi Übeyy oğlu Abdullah'a bir mektup yazarak: "Siz Muhammed (s.a.s.)'in yurdunuzda barınmasına izin verdiniz. O'nu ya öldürmez veya bize teslim etmez, yahut da Medine'den çıkarmazsanız hepinizi öldürmek, esir etmek ve kadınlarınıza tecâvüzde bulunmak üzere Medine'yi basacağız" (156/1) diye münâfıkları bile tehdit etmişlerdi. Medine'lilerin gözlerini korkutmak ve Müslümanlara yardımcı olmaktan vazgeçirmek için bir defa da Câbir oğlu Kürz komutasındaki bir çete ile Medine'lilerin mer'ada otlamakta olan hayvanlarını sürüp götürmüşlerdi. Görüldüğü üzere Müslümanlar, Medine'ye hicretten sonra da güven içinde olmadılar. Bu yüzden Peygamber Efendimiz (s.a.s.) Medine'nin savunmasıyla ilgili bütün tedbirleri aldı. Medine'deki Yahûdîler ve Medine etrâfındaki müşrik Arab kabîleleri ile saldırmazlık anlaşmaları yaptı. Etrafa seriyyeler (küçük askeri birlikler) göndererek, düşmanın hareketlerini kontrol altına aldı. Mekkelilerin Şam ticâret yolunu kapattı. Müşriklerin gece baskını ihtimâline karşı geceleri Medine sokaklarında ashâb nöbet tuttu. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bile ancak kapısında nöbet beklendiği zamanlarda endişesiz uyuyabiliyordu.(156/2) 10- İLK NÜFUS SAYIMI Savunma ile ilgili alınan tedbirler arasında, Müslümanların sayısını bilmeğe de lüzûm görüldüğünden, Rasûlullah (s.a.s.) "Bana Müslüman olduklarını söyleyenlerin isimlerini yazınız," buyurmuştur. Sayım sonunda Medine'de 1500 müslüman bulunduğu anlaşılmıştır.(157) 11- İLK SERİYYELER Rasûlullah (s.a.s.) düşmanın hareketini kontrol altında tutmak, Medine'yi muhtemel bir tecâvüzden korumak için, civârdaki bazı bölgelere "keşif kolları" (seriyye) göndermiş, fakat kendilerine silahlı tecavüz olmadıkça çarpışma izni vermemiştir. Hicretin ilk yılında üç seriyye gönderilmiştir. İlk seriyye, Hz Peygamber (s.a.s.)'in amcası. Hz. Hamza komutasındaki 30 kişilik seriyyedir. İslâm'da ilk sancak bu seriyyeye verilmiştir. 2'inci seriyye, Rasûlullah (s.a.s.)'in amcalarından Hâris'in oğlu Ubeyde komutasında; 3'üncüsü ise Sa'd b. Ebî Vakkas komutasında gönderilmiştir. Bunlar Kureyş kervanlarını takip için gönderilmişlerdi. İlk iki seriyyede karşılaşma olduğu halde çarpışma olmamıştır. Sadece Sa'd b. Ebî Vakkas, ikinci seriyye'de bir ok atmıştır ki İslâm'da Allah yolunda atılan ilk ok budur. Bu seriyyeler, hicretin 7-8 ve 9' uncu (Ramazan, Şevval ve Zilkade) aylarında gönderilmiştir. Seriyye: Rasûlullah (s.a.s.)'in kendisinin bulunmadığı küçük harp müfrezesi demektir. Rasûlullah (s.a.s.)'in katıldığı ve bizzât idare ettiği askeri harekâta ise "Gazve" denir. Seriyyeler, genellikle gece çıkarılan ve sayıları 5-400 arasında değişen askeri birliklerdir. Gazvelerin sayısı 19'dur. Seriyyelerin sayısı daha çoktur.
(144) "Hepiniz, toptan sımsıkı Allah'ın ipine (İslâm Dini'ne ve Kur'ân-ı Kerîm'e) sarılın. Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinizin düşmanları idiniz de O, kalblerinizi birleştirmişti. İşte O'nun bu nimeti sâyesinde kardeş olmuştunuz. Siz bir ateş çukurunun kenarında iken sizi oradan da O kurtarmıştı." (Âl-i İmrân Sûresi, 103) (145/1) el-Buhârhi, 1/ 111; Tecrid Tercemesi, 2/306 (Hadis No: 270); Zâdü'l-Meâd, 2/145-146; Tarih-i Din-i İslâm, 3/21-26 (145/2) Târih-i Din-i İslâm, 3/14 (146/1) Tecrid Tercemesi, 12/202-207 (Hadis No: 2027);Târih-i Din-i İslâm, 3/26-27 (146/2) Bkz. el-Buhârî, 1/93; Tecrid Tercemesi, 2/233, (Hadis No: 228); İbn Hişâm, 260 (147) Bkz. Âl-i İmrân Sûresi, 159 (148) Bkz. Ebû Dâvud, es-Sünen, 1/116 (Hadis No: 499), Mısır, 1371/1952; Tecrid Tercemesi, 2/451, (Hadis No: 358); (149) Bkz.el-Mâide Sûresi, 58; el-Cum'a Sûresi,9; Tecrid Tercemesi, 2/451 (358 No. lu hadisin açıklaması) (150) Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imânı yerleştirmiş olan kimseler (ensâr), kendilerine hicret eden muhâcirleri severler, onlara verilen şeylerden dolayı, içlerinde bir çekememezlik duymazlar, zaruret içinde olsalar bile, muhacirleri kendilerine tercih ederler... (el-Hâşr Sûresi,9) (151) Tecrid Tercemesi, 7/99 (Hadis No: 1035); Zâdü'l-Meâd, 2/146 (152) Kimin kime kardeş olduğu için bkz. İbn Hişâm, 2/150-153; Tecrid Tercemesi, 7/102-106 (153/1) Tecrid Tercemesi, 8/66-69, (Hadis No: 1145) (153/2) İmân idip hicret eden ve Allah yolunda malları ve canlarıyla cihâd eden muhâcirlerle, bu muhâcirleri barındırıp onlara yardımcı olanlar (ensâr) bir birlerinin velisidir. (el-Enfâl Sûresi, 72) (154) Bkz. el-Buhârî 3/3 Tecrid Tercemesi, 6/407, (Hadis No:958) (155/1) Tecrid Tercemesi, 7/99-106 (1035 numaralı hadisin izahı); Zâdü'l-Meâd, 2/146 (155/2) 47 maddelik bu yazılı antlaşmanın tam metni için bkz. İbn Hişâm, es Sîretü'n-Nebeviyye, 2/147-150; Tuğ, Doç.Dr.Salih, İslâm Ülkelerinde Anayasa Hareketleri, 31-40, İst., 1969; M. Hamîdullah, İslâm Peygamberi, 1/131-134, İst., 1966 (156/1) Asrı Saâdet, 1/327 (156/2) Bkz. el-Buhârî, 4/İ; Tecrid Tercemesi, 8/372 (Hadis No: 1217) (157) Bkz. el-Buhârî, 4/34; Tecrid Tercemesi, 8/483 (Hadis No: 1277)
(el- Bakara Sûresi, 190) 1- SAVAŞA İZİN VERİLMESİ İslâm'da asıl olan barıştır. Savaş, zulmün önlenmesi, hakkın kabûl ettirilmesi için meşrû kılınmıştır. 13 seneye yaklaşan Mekke Devri'nde ve Medine Devrinin ilk yılında, müşriklerden gördükleri bunca zulüm, işkence ve haksızlığa rağmen, mü'minlere sabırlı olmaları, Allah'ın dinini güzellikle tebliğe çalışmaları emredilmiş(158), savaşa izin verilmemişti. Müslümanlardan: -Ey Allah'ın Rasûlü, nedir bu çektiklerimiz? İzin ver de şunları gizli gizli öldürelim, diye izin istiyenlere Hz. Peygamber (s.a.s.): -Henüz savaş izni verilmedi, sabredin Allah'ın yardımı yakındır, çektiğiniz çilelerin mükâfâtını göreceksiniz, diye cevap vermişti. Hicretten sonra Müslümanlar, giderek müşriklere karşı koyabilecek duruma geldiler. Üstelik Müslümanların düşmanları çoğaldı, sabır yolu ile barışı sürdürmek artık mümkün değildi. Bundan dolayı Hicretin 2'inci yılı başlarında Safer ayında; "Zulüm ve haksızlığa uğratılarak, kendilerine savaş açılan kimselere (mü'minlere) savaş izni verildi. Allah onlara yardım etmeğe elbette Kâdirdir. Onlar, 'Rabbımız Allah'tır' dediler diye, haksız yere yurtlarından (Mekke'den) çıkarıldılar..." (el-Hacc Sûresi, 39-40) anlamındaki âyet-i kerimelerle Müslümanlara, kendilerini savunmak üzere savaş izni verildi. 2-İLK GAZVELER Mekke müşrikleri, Medine'ye baskın hazırlığı içindeydiler. Rasûlullah (s.a.s.) düşmanın hazırlıkları hakkında bilgi edinmek için zaman zaman seriyyeler gönderdiği gibi, Medine ile Mekke arasındaki kabîlelerle görüşüp anlaşmalar yapmak, kureyş'in planladığı yağmaları önlemek için bizzat kendisi de askerî yürüyüşlere katıldı. Rasûlullah (s.a.s.)'in katılıp bizzât idâre ettiği askeri harekâta "Gazve" denir. Rasûlullah (s.a.s.)'in ilk gazvesi, 60 kişilik müfreze ile Ebvâ Köyüne yapılan gazvedir.(159) Hicretin ikinci yılı Safer ayı başında yapılmıştır. Aynı yıl içinde sırasıyla Buvat, Uşeyre, Küçük Bedir ve Büyük Bedir Gazveleri olmuştur. İlk dördünde düşmanla karşılaşma olmamış, kan dökülmemiştir. Büyük Bedir Gazvesi, Müslümanların yaptığı ilk savaş olmuştur. 3- KIBLENİN DEĞİŞMESİ İslâm'ın ilk yıllarında namaz, Beyt-i Makdis'e (Kudüs'e) doğru kılınıyordu. Ancak, Hicret'ten önce Rasûlullah (s.a.s.) Mekke'de namaz kılarken, mümkün mertebe Kâbe'yi arkasına almaz; Kâbe, kendisiyle Beyt-i Makdis arasında kalacak şekilde, Rükn-i Yemânî ile Rükn-i Hacer-i esved arasında namaza dururdu. Böylece hem Kâbe'ye hem de Kudüsteki Mescid-i Aksa'ya yönelmiş oluyordu. Hicretten sonra Medine'de Mescid-i Aksa'ya yöneldiğinde Kâbe'nin arka tarafta kalmasından Rasûlullah (s.a.s.) üzüntü duyuyor, kıblenin Kâbe'ye çevrilmesini içten arzu ediyordu.(160) Çünkü Kâbe, atası Hz. İbrahim'in kıblesiydi. Hicretten 16-17 ay kadar sonra, Şaban ayının 15'inci günü Hz. Peygamber (sa.s.) Medine'de Selemeoğulları Yurdu'nda öğle namazı kıldırırken, ikinci rek'atın sonunda;(161) "Yüzünü gök yüzüne çevirip durduğunu görüyoruz. Seni elbette hoşnut olduğun kıbleye çevireceğiz. Hemen yüzünü Mescid-i Harâm'a doğru çevir. (Ey mü'minler) siz de nerede olursanız, (namazda) yüzlerinizi, onun tarafına çeviriniz..." (el-Bakara Sûresi, 144) anlamındaki âyet nâzil oldu. Hz. Peygamber yönünü hemen Kudüs'ten Mescid-i Harâm'a çevirdi. Cemâat da saflarıyla birlikte döndüler. Kudüs'e doğru başlanılan namazın, son iki rek'atı, Kâbe'ye yönelinerek tamamlandı. Bu yüzden Selemeoğulları Mescidine "Mescid-i Kıbleteyn" (iki kıbleli mescid) denilmiştir 4- CAHŞ OĞLU ABDULLAH SERİYYESİ ve BATN-I NAHLE OLAYI Medine'ye baskın hazırlığı yapan Kureyş'in harekâtından haber almak üzere, Peygamber Efendimiz, Recep ayının son günlerinde, Mekke tarafına halasının oğlu Cahş oğlu Abdullah komutasında, 8 kişilik bir seriyye gönderdi. İki gün sonra açılmak üzere Abdullah'a bir de mektup vermişti. Mektupta, Mekke ile Tâif arasındaki Nahle Vâdisi'ne kadar gidilmesi, Kureyş'in faâliyetleri konusunda bilgi toplanması isteniyordu.(162) Nahle Vâdisinde, Kureyş'in Tâif'ten dönmekte olan bir kervanına rastladılar. Kervanın reisi Hadramî oğlu Amr'ı öldürüp ele geçirdikleri iki esir ve zaptettikleri mallarla Medine'ye döndüler. Rasûlullah (s.a.s.) bu olayı hoş karşılamadı. Çünkü kendilerine çarpışma izni verilmemişti. Üstelik bu olay, kan dökülmesi yasak sayılan "eşhür-i hurum"dan Recep ayında meydana gelmişti. Mekke müşrikleri bu olayda öldürülen Hadramî oğlu Amr'ın intikamını vesile ederek savaş hazırlıklarını hızlandırdılar. "Muhammed harâm aylara bile saygı göstermiyor, harâm aylarda kan döküyor, yağma yapıyor.." diye de yaygara kopardılar.(163) 5- BEDİR SAVAŞI (17 Ramazan 2 H/13 Mart 624 M.) "Siz güçsüz bir durumda iken Allah size Bedir'de yardım etmişti". (Âl-i İmran Sûresi, 123) a) Kureyş'in Gönderdiği Kervan Kureyş Medine'yi basıp Rasûlullah (s.a.s.)'i öldürmek, Müslümanlığı ortadan kaldırmak için hazırlanıyordu. Yapılacak savaşın masraflarını karşılamak üzere, Ebû Süfyân'ın başkanlığında büyük bir ticâret kervanını Medine yolu ile Şam'a göndermişlerdi. Nahle Vâdisinde öldürülen Hadramî oğlu Amr'ın kardeşi Âmir, Mekke sokaklarında çırılçıplak: -"Vâh Emrâh, vâh Amrâh..." diyerek dolaşıyor, halkı savaşa ve intikama teşvik ediyordu. Kervan döner dönmez, Medine'ye hücûm edeceklerdi. Gönderdiği seriyyeler (keşif birlikleri) vasıtasıyla Hz. Peygamber (s.a.s.), Mekke'de olup bitenleri, yapılan hazırlıkları tamâmen öğrenmişti. Ebû Süfyân'ın idâresindeki ticâret kervanından elde edilecek kazanç, Müslümanlarla yapılacak savaş için kullanılacaktı. Bu yüzden Rasûlullah (s.a.s.) Şam'a giderken engel olmak üzere "Uşeyre" denilen yere kadar bu kervanı tâkip etmiş fakat yetişememişti. Dönüşünü haber alınca, kervanı ele geçirmek üzere, Ramazan'ın 12'inci günü Abdullah b. Ümmi Mektûm'u imâm bırakarak 313 kişi ile Medine'den çıktı. Yolda ensârdan Ebû Lübâbe'yi Medineye muhâfız tâyin ederek, geri çevirdi. 8 kişi de mâzeretleri sebebiyle izin aldıklarından 64'ü muhâcir, diğerleri de ensârdan omak üzere 305 kişi kaldılar. 6 zırh, 8 kılıç, 3 at, 70 develeri vardı. Binek yetişmediği için develere nöbetleşe biniyorlardı. Ebû Süfyan, dönüşte Müslümanların kervana saldırma ihtimâline karşı Mekke'ye haberci göndererek korunması için yardım istemişti. Esâsen aylardan beri savaş hazırlığı içinde olan Mekkeliler kervanı kurtarmak ve Müslümanlardan intikam almak üzere Ebû Cehil'in komutasında 950-1000 kişilik bir ordu ile hareket ettiler. Ebû Leheb'den başka bütün Kureyş ulularının katıldığı bu ordunun 200'ü atlı, 700'ü develi, diğerleri de yaya idi. Zırh, ok, mızrak, kılıç gibi her türlü savaş âlet ve silahları tamamdı. Ebû Leheb, hastalığı sebebiyle sefere katılamamış, yerine bedel göndermişti. b) İki Tâifeden Biri Kervanı araştırdığı esnâda, yolda Safrâ yakınlarında Zefiran Vâdisi'nde Kureyş'in büyük bir ordu ile kervanı kurtarmak üzere Medine'ye doğru yürümekte olduğunu haber alan Rasûlüllah (s.a.s.) durumu Müslümanlara anlatarak: -Kureyş Mekke'den çıkmış, üzerimize doğru geliyor. Kervanı mı tâkip edelim, yoksa kureyş ordusunu mu karşılayalım, diye istişârede bulundu. Medine'den savaş hazırlığı ile çıkılmadığı için, çoğunluk kervanın tâkibini istiyordu.(164) Rasûlullah (s.a.s.)'in bu duruma üzüldüğünü gören Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer sıra ile ayağa kalkarak, Kureyş ordusuna karşı çıkmanın daha uygun olacağını savundular. Hz. Peygamber (s.a.s.) bu konuda ensâr'ın düşüncesini öğrenmek istiyordu. Sonra ilk Müslümanlardan Mikdad b. Esved, Muhâcirler adına söz alarak: -Biz, kavminin Hz. Musa'ya "Sen ve Rabbın gidin ve düşmana karşı savaşın. Biz burada oturup bekleyelim,(165) dedikleri gibi demeyiz. Biz senin sağında, solunda, önünde arkanda çarpışırız. Allah ve Rasûlünün emri ne ise ona itâat ederiz. Sen nereye gidersen oraya gideriz,(166) dedi. Ensar adına konuşan Sa'd b. Muâz da: -"Ey Allah'ın Rasûlü, biz sana imân ettik. Getirdiğin Kur'ân'ın hakk olduğuna şehâdet ettik, sözlerini dinlemeğe ve itâat etmeğe, düşmana karşı seni korumağa söz verdik. Sen nasıl istersen öyle yap. Seni hak Peygamber gönderen Allah'a yemin ederim ki, sen bize denizi gösterip dalsan biz de dalarız, hiç birimiz geri dönmeyiz. Biz düşmanla savaşmayı, harpte sebât göstermeyi biliriz. Allah'a güvenerek düşman ordusunun üzerine gidelim..." (167) dedi. Rasûlullah (s.a.s.) bu konuşmadan son derece memnun oldu. -Öyleyse haydi Allah'ın bereketine yürüyünüz. Size müjdelerim ki, "Allah iki tâifeden birini (kervanın ele geçirilmesi veya Kureyş ordusunun yenilgisini) bize vâdetti".(168) Zaferimiz kesindir. Ben şimdiden Kureyş reislerinin harp meydanında yıkılacakları yerleri görüyor gibiyim, buyurdu. Sonra da Bedir'e doğru hareket etti.(169) Bedir deve yürüyüşü ile Medine'ye 3; Mekke'ye ise 10 günlük (80 mil) mesâfede bir köydü. Her yıl burada panayır kurulur, bu sebeple Suriye'ye giden kervanlar buradan geçerdi. Kureyş ordusu buraya Müslümanlardan önce gelip, suyun başını tutmuştu. Ebû Süfyân idâresindeki 50 kişilik Kureyş kervanı ise, henüz Müslümanlar Medine'den çıktıkları sıralarda, sâhil yolunu izleyerek Medine'den uzaklaşmış, Kureyşlilere de geri dönmeleri için haber göndermişti. Fakat, ordusuna çok güvenen Ebû Cehil, mutlaka savaşmak istiyordu. Bu yüzden Mekkeliler geri dönmeyip, Bedir'e kadar ilerlemişler ve burada karargâh kurmuşlardı. c) İki tarafın durumu 17 Ramazan 2 H./13 Mart 624 M. Cuma sabahı iki ordu Bedir'de karşılaştı. Araplar ötedenberi hep kabîlecilik gayretiyle savaşmışlardı. Bu savaşta ise din uğrunda aynı kabîlenin insanları birbirleriyle çarpışacak, kardeş, amca, yeğen, hatta, baba-oğul birbirlerini öldüreceklerdi.(170/1) Müslümanların sancaktarı Mus'ab b. Umeyr'in kardeşi Ebû Azîz, Kureyş'in bayraktarıydı. Utbe b. Rabîa'nın oğullarından Velîd kendi yanında, ikinci oğlu Ebû Huzeyfe mü'minlerin arasındaydı. Hz. Ebû Bekir'in bir oğlu Abdullah kendisiyle beraber, diğer oğlu Abdurrahman ise müşrik saflarındaydı. Rasûlullah (s.a.s.)'in amcalarından Hz. Hamza kendi yanında, diğer amcası Abbâs ise karşı tarafta yer almıştı. Hz. Peygamberi ömrü boyunca himâye etmiş olan amcası Ebû Tâlib'in bir oğlu Hz. Ali Müslümanlar içinde, diğer oğlu (Ali'nin kardeşi) Âkil ise müşrikler safında bulunuyordu. Rasûlullah (s.a.s.)in ilk hanımı Hz. Hatice'nin kardeşi Nevfel ile damadı (kızı Zeyneb'in eşi) Ebu'l-Âs müşrikler içinde yer almışlardı.(170/2) Düşman ordusu sayı, silah, tecrübe ve maddi kuvvet bakımından Müslümanlardan kat kat üstündü. Bulundukları yer de savaş için daha elverişliydi. Ancak, sabaha karşı yağan yağmur, üzerinde rahat yürünemeyen kumlu zemini sertleştirmiş ve Müslümanların su ihtiyacını gidermişti. Böylece Müslümanların moralleri yükselmiş, Allahın yardımına sonsuz güven duymaya başlamışlardı. Kendileri için ölüm-kalım demek olan bu savaşta, İslâm'ın izzeti ve üstünlüğü için Müslümanlar, Allah'a duâ ediyorlardı. d) Savaş Başlıyor. Kureyş adım adım Müslümanlara yaklaşıyordu. Manzara pek hazîndi. Bir avuç Müslüman, "Allah adını yüceltmek için", tepeden tırnağa silahlı koca şirk ordusunun karşısına çıkıyordu. Rasûlullah (s.a.s.) yanına Hz Ebû Bekir'i alarak, kendisi için hazırlanan gölgeliğe çekildi, ellerini semâya kaldırıp: -Yâ Rabb, işte Kureyş bütün gurûr ve azametiyle senin dinini ortadan kaldırmak için geldi. Sana meydan okuyor, Peygamberini yalanlıyor. Yâ Rabb, peygamberlerine yardım edeceğine dâir ahdini, bana verdiğin zafer va'dini lütfet. Şu bir avuç mü'min telef olup yok olursa, bu günden sonra yeryüzünde sana ibadet ve kulluk edecek kimse kalmayacak.. "diye dua ediyordu. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) vecd içinde, kendinden geçerek, o kadar çok duâ etmiş ve ellerini öylesine semâya kaldırmıştı ki, sırtından ridâsının düştüğünün farkına varmamıştı. Hz. Ebû Bekir ridâsını örttü, elinden tutarak: -Ey Allah'ın Rasûlü, yetişir artık, duan arşı titretti, Allah va'dini yerine getirecektir, dedi. Rasûlullah (s.a.s.)'in bu hâlini gören müslümanlar heyecandan ağlıyorlardı. Nihâyet Rasul-i Ekrem (s.a.s.): "Taplulukları bozulacak, arkalarını dönüp kaçacaklar" (el- Kamer Sûresi, 45) anlamındaki âyet-i kerîmeyi okuyarak çadırdan çıktı.(171) Allah yardımını böylece müjdelemiş, zaferin Müslümanların olacağını bildirmişti.(172) Savaşı Kureyş başlattı. Batn-ı Nahl'e de kardeşi öldürülen Hadramî oğlu Âmir'in attığı ok, Hz. Ömer'in azatlısı Mihca'a isâbet ederek şehit etti. Savaştan önce, her iki taraftan birer ikişer kişinin ortaya çıkıp çarpışarak tarafları kızıştırması âdetti. Buna "mübâreze" denirdi. Kureyş reislerinden Utbe b. Rabîa, kardeşi Şeybe ile oğlu Velîd; birlikte ilerlediler. Müslümanlardan kendilerine karşı çıkacak er dilediler. Bunlara karşı Hz. Peygamber (s.a.s.)'in emri ile Ubeyde, Hamza ve Ali çıktılar. Hamza Şeybe'yi, Ali de Velîd'i birer hamlede öldürdüler. Sonra yaralı Ubeyde'nin yardımına koşup Utbe'nin de işini bitirdiler.(173) e) Sonuç: Hakk'ın Bâtıla Zaferi Artık savaş kızışmıştı, müşrikler saldırıya geçtiler, mü'minler kahramanca karşı koydular, Allah'ın yardımı ile müşrik ordusunu bozguna uğrattılar.(174) Müşrikler savaş alanında 70 ölü, 70 esir bırakarak kaçtılar. Öldürülenlerden 24'ü Müslümanlara en çok düşmanlık gösteren Kureyş büyükleriydi. Savaşın başkomutanı Ebû Cehil de ölenler arasındaydı.(175/1) Müslümanlardan şehit düşenler ise 6'sı muhâcirlerden, 8'i de ensârdan olmak üzere 14 kişiydi. (175/2) Bedir Zaferi Medine'de bayram sevinci meydana getirdi. Mekke ise mâteme büründü. Ebû Leheb bir hafta sonra üzüntüsünden öldü. Fakat Kureyşîler, Müslümanlar sevinmesinler diye yas tutmadılar. Zaferden sora Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) Bedir'de üç gün daha kaldı. Şehitler defnedildi. Meydanda kalan müşrik ölüleri açılan bir çukura gömüldü. Kureyş eşrâfından 24 kişinin cesetleri ise pislik atılan susuz kuyulardan birine atıldı. Rasûlullah (s.a.s.) Bedir'den ayrılacağı sırada bu kuyunun başına varıp, içindeki cesetlerin herbirinin adını söyleyerek: -Ey filân oğlu filân, biz Rabb'ımızın bize va'dettiği zaferi gerçek bulduk, siz de rabbınızın size va'dettiğini gerçek buldunuz mu? diye seslendi. (176) Hz. Ömer: -Ey Allah'ın Rasûlü, ruhları olmayan cesetlerle mi konuşuyorsun? dediğinde, Rasûlullah (s.a.s.): -Allah'a yemin ederim ki, söylediklerimi siz onlardan daha iyi işitiyor değilsiniz, buyurdu.(177) f) Bedir Esirleri Hz. Peygamber (s.a.s.) yolda Safra denilen yerde, elde edilen ganimetleri gazîlere eşit olarak paylaştırdı. Mâzeretleri sebebiyle ordudan ayrılmış olan 8 kişiye de pay ayırdı. Esirlerle ilgili henüz bir hüküm inmemişti. Medine'ye gelince Rasûlullah (s.a.s.) bu konuyu ashâbıyla istişâre etti. Hz Ebû Bekir, fidye (kurtuluş bedeli) karşılığında serbest bırakılmalarını; Hz. Ömer ise hepsinin boyunları vurularak öldürülmelerini istedi. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) ve ashâbın çoğunluğu Hz. Ebû Bekir'in teklifini uygun buldular.(178) Esirlerden fidyelerini ödeyenler, hemen serbest bırakıldı, ödeyemeyenler ise, her biri Medine'li 10 çocuğa okuyup yazma öğretme karşılığında hürriyetini kazandı. Bu olay, dinimizin ilme ve okuyup yazmağa ne kadar çok önem verdiğini; Rasûlullah (s.a.s.)'in, Müslümanların düşmanı olan müşriklere bile öğretmenlik yaptırmakta sakınca görmediğini göstermektedir. 6- BENÎ KAYNUKA YAHÛDÎLERİNİN MEDİNE'DEN ÇIKARILMASI (Şevval 2 H./Nisan 624 M.) Hz. Peygamber (s.a.s.) Medine'de Yahûdîlerle anlaşmalar yapmış, onlarla barış içinde olmak istemişti. Fakat Yahûdiler dâima düşmanca bir davranış içinde oldular. Her fırsatta Evs ve Hazrec Kabîleleri arasındaki eski düşmanlıkları hatırlatıp, Müslümanları birbirine düşürmeğe çalıştılar. Kendileri ehl-i kitâb ve tek Allah inancında oldukları halde, "müşrikler, mü'minlerden daha doğru yolda" (179) dediler. Sabahleyin Müslüman olmuş görünüp, akşam dönerek(180), Müslümanlarla alay ettiler. Hz. Peygamber (s.a.s.) ve Müslümanlar aleyhine şiirler yazdılar. Oysa, ellerinde bulunan Tevrat'taki bilgilerden Hz. Muhammed (s.a.s.)'in hak peygamber olduğunu da biliyorlar(181), buna rağmen düşmanlık ediyorlardı. Müslümanlarla Medine'deki Yahûdî kabîleleri arasında yapılan vatandaşlık anlaşmasını ilk bozan Kaynukaoğulları oldu. (182) Müslümanlardan bir kadın, Kaynuka yahûdilerinden bir kuyumcunun dükkanında alış- veriş ederken, bir Yahûdî, kadın duymadan örtüsünün eteğini arkasına bağlamış, kadın kalkıp gitmek isteyince her tarafı açılıvermişti. Kadının feryâdı üzerine yetişen bir Müslüman bu Yahûdîyi öldürmüş, orada bulunan Yahûdîler de bu Müslümanı öldürmüşlerdi. Bu olay yüzünden Kaynukaoğulları ile Müslümanların arası açıldı.(183) Rasûlullah (s.a.s.) Beni Kaynuka'ya muâhedeyi yenilemeyi teklif etti, onlar buna yanaşmadılar. -"Sen bizi, savaş bilmeyen Mekkeliler mi sanıyorsun? Biz savaşa hazırız...." dediler.(184) Rasûlullah (s.a.s.) Ebû Lübâbe'yi Medine'de vekil bırakarak Şevval ayı ortalarında ordusu ile Benî Kaynuka'yı muhasara etti. Kuşatma 15 gün sürdü. Kaynukaoğulları diğer Yahûdî kabîleleri ve münâfıklardan bekledikleri yardımı göremeyince, teslim olmağa mecbûr oldular. Muâhedeyi bozdukları, vatana ihânet ettikleri için öldürülmeleri gerekiyordu. Kaynukaoğulları daha önce Hazrec kabîlesinin himâyesindeydi. Hazrec kabîlesi eşrâfından, münâfıkların başı Ubeyy oğlu Abdullah, bunu bahâne ederek bunların öldürülmemeleri için ısrar ettiğinden, Rasûlullah (s.a.s.) Medine'den çıkarılmalarını emretti. Böylece, 700 kişiden ibâret Kaynuka Yahûdîleri, Medine'den Şam tarafına sürüldüler.(185) Ele geçen ganimet mallarının beşte biri Beytü'l-mâle (Devlet hazinesine) ayrıldı.(186) Geri kalanı gazilere paylaştırıldı. Toprakları da, topraksız Müslümanlara verildi. Böylece Müslümanlar, Yahûdîlerin en cesûru sayılan Kaynukaoğullarının kötülüklerinden kurtulmuş oldular. 7-SEVİK GAZASI (Zilhicce 2 H./Mayıs 624 M.2) Bedir Savaşında Mekkelilerin ileri gelenleri ölmüş, Kureyşin başına Ebû Süfyan geçmişti. Ebû Süfyan, Müslümanlarla savaşıp, Bedir yenilgisinin öcünü almadıkça kadınlarına yaklaşmayacağına, yıkanmayacağına ve koku sürmeyeceğine yemin etmişti. 200 atlı ile Mekke'den çıkarak Medine'ye bir saatlik mesâfede Urayz Köyü'ne gelmiş, çift sürmekte olan ensârdan Sa'd b. Âmir ile hizmetçisini şehit edip bir kaç ev ve hurma ağacını ateşe verdikten sonra, "yeminim yerine geldi", diyerek dönüp kaçmıştır. Hz. Peygamber (s.a.s.) bu durumu duyunca 80 süvâri, 120 yaya ile hemen tâkibe çıkmış ise de Ebû süfyân sür'atle kaçtığı için yetişememiştir. Mekkelilerin erzak olarak getirip, kaçarken ağırlık olmasın diye bıraktıkları çuvallar dolusu, kavrulmuş un (sevik) Müslümanların eline geçtiğinden bu gazveye Sevik (kavrulmuş un, kavut) Gazası denilmiştir.(187) 8- HİCRETİN İKİNCİ YILINDA DİĞER OLAYLAR Medine Devri'nin 2'nci yılında, Bedir Savaşı'ndan önce Şaban ayında Ramazan orucu farz kılındı. Zekât da hicretin 2'inci yılında farz kılınmıştır. Bazı İslâm bilginleri, zekâtın Mekke devride farz kılındığı, Medine Devrinde ise, zekâtın verileceği yerlerin belirlendiği görüşündedir.(188) Gene bu yılda Ramazan ve Kurban bayramları namazları ile fıtır sadakası ve kurban kesmek meşrû kılınmıştır.(189) Rasûlullah (s.a.s.)'in kızı Hz. Osman'ın zevcesi Rukiyye Bedir zaferi esnâsında Medine'de vefât etmiştir. Eşinin hastalığı sebebiyle Hz. Osman Bedir Savaşı'na katılamamıştır. Rasûlullah (s.a.s.)'e ilk vahyin geldiği yıl doğmuş olan en küçük kızı Hz. Fâtıma ile Hz.Ali bu yılda evlenmişlerdir. Evleninceye kadar Hz. Ali Rasûlullah (s.a.s.)'in yanında kalmış ve O'nun elinde yetişmişti. Evliliğinden sonra ayrı bir eve çıktılar. Rasûlullah (s.a.s.)'in en sevgili kızı Fâtıma'ya çeyiz olarak verdiği eşya, bir yatak, bir şilte, (minder), bir su tulumu, bir el değirmeni, iki su ibriği ve bir su kabından ibârettir. Bedir esirleri arasında Hz. Paygamber (s.a.s.)'in damadı, Zeyneb'in eşi Ebu'l-As da bulunuyordu. Zeyneb, eşinin fidyesi (kurtuluş bedeli) için kendisine annesi Hz. Hatice'nin düğün hediyesi olarak verdiği gerdanlığı da göndermişti. Bu durumdan çok hislenen Rasûlullah (s.a.s.) ve ashâbı, Ebu'l-Âs'ı fidye almadan serbest bırakmışlar, Zeyneb'in gerdanlığını da geri göndermişlerdir. Ancak Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) Ebu'l-Âs'dan müşrik olduğu için Zeyneb'in kendisine helâl olmadığını, bu yüzden hemen Medine'ye göndermesini istedi. Ebu'l-Âs sözünü yerine getirdi. Böylece Rasûlullah (s.a.s.)'in en büyük kızı Zeyneb de bu yıl içinde Medine'ye hicret etmiştir.(190) (158) "Rabbının yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır, onlarla en güzel şekilde tartış..." (en-Nahl Sûresi, 125) (159) İbn Hişâm, 2/241 (160) Zâdü'l-Meâd, 2/147 (161) Bkz. el-Buhârî, 1/15; Tecrid Tercemesi, 1/41 (Hadis No: 38); İbnü'l-Esîr, a.g.e., 3/252; Târih-i Din-i İslâm 3/65; Tahir Olgun, İbâdet Tarihi, s. 80, İst., 1946; M. Zihni Efendi, Kitabü's-Salât, s.75, İst.,1326 (162) İbn Hişâm, 2/252; İbü'l-Esîr, a.g.e.,2/113 (163) İbn Hişâm, 2/254; Yahûdîlerin ve Kureyşin "Muhammed harâm aylara saygı göstermedi" yaygaraları üzrine inen âyet-i kerime'de şöyle buyrulmuştur. "Sana harâm ayı ve o ayda yapılan savaşı sorarlar. De ki: O ayda savaşmak, büyük günah ise de, insanları Allah yolundan alıkoymak, O'nu inkâr etmek, Mescid'i Harâm'ın ziyâretlerine engel olmak, halkını oradan çıkarmak, Allah katında daha büyük günahtır.." (el-Bakara Sûresi, 217) (164) Bkz. el-Enfâl Sûresi, 5-6 (165) Mâide Sûresi, 24 (166) Bkz. El-Buhârî, 5/4; Tecrid Tercemesi, 10-146 (Hadis No: 1562); İbn Hişâm 2/266; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/120 (167) İbn Hişâm, 2/267; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/120; Müslim, 3/1403, (Hadis No: 1779) Kahire 1375/1955 (168) Enfâl Sûresi, 7 (169) İbn Hişâm, 2/267; Zâdü'l-Meâd, 2/217; Tecrid Tercemesi, 10/148-149 (170/1) Karşı karşıya gelen iki topluluğun durumlarında sizin için ibret vardır. Bunlardan biri Allah yolunda savaşan topluluk, diğeri ise onları (müslümanları) kendilerinin iki katı gören kâfir topluluk. Allah dilediğini yardımıyla destekler. Bunda gerçeği görebilenler için ibret vardır. (Âl-i İmrân Sûresi,13) (170/2) Bkz. Târih-i Din-i İslâm, 3/100-101 (171) Bkz. el-Buhârî, 3/230; Müslim, 3/1384, (Hadis No: 1763) İbn Hişâm, 2/ 279; İbn'ül-Esîr, a.g.e., 2/125; Tecrid Tercemesi, 8/385 (Hadis No:1228) (172) "Rabbın meleklere 'Ben sizinleyim, mü'minleri destekleyin' diye vahyetti ve 'ben kâfirlerin kalplerine korku salacağım, artık onların boyunlarını vurun, parmaklarını doğrayın' dedi" (el-Enfâl Sûresi, 12) " (Bedir'de) Rabbınızın yardımına sığınıyordunuz. O, 'Ben size birbiri peşinden bin melekle yardım edeceğim' diye cevap vermişti." (el-Enfâl Sûresi,9) (173) İbn Hişâm, 2/277; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/125 (174) Siz Bedir'de düşkün bir durumda iken, Allah size yardım etmişti. (Âl-i İmrân Sûresi, 123) (175/1) Bkz. Tecrid Tercemesi, 8/ 507-509 (Hadis No:1298) (175/2) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/136 (176) el-Bûharî; 1/65; Tecrid Tercemesi, 1/161-164 (Hadis No: 177) ve 2/ 377-378 (Hadis No: 314) (177) Bkz. el-Buhârî 5/8; Tecrid Tercemesi, 4/734, (Hadis No: 673) ve 10/160 (Hadis No: 1567); İbn Hişâm, 2/292; İbnü'l-Esîr, 2/129 (178) İbnü'l-Esîr, 2/136 "Yeryüzünde düşmanı yere sermeden esir almak, hiç bir peygambere yaraşmaz. Siz dünya malını istiyorsunuz. Oysa Allah, âhireti kazanmanızı ister. Allah azizdir, hakîmdir. Eğer Allah'ın geçmiş bir yazısı olmasaydı, aldığınız fidyelerden dolayı size büyük bir azab dokunurdu" (el-Enfâl Sûresi, 67-68) (179) Bkz. en-Nisâ Sûresi, 51 (180) Bkz. Âl–i İmrân Sûresi, 72 (181) Bkz. el–Bakara Sûresi, 146 (182) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/137 (183) İbn Hîşâm, 3/51; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/138 (184) İbn Hîşâm, 3/50; İbnü'l-Esîr a.g.e., 2/137 (185) Zâdü'l-Meâd, 2/230 (186) Bkz. el-Enfâl Sûresi, 41; İbnü'l-Esîr a.g.e., 2/138 (187) İbn Hişâm, 3/47-48; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/139-140; Zâdü'l-Meâd, 2/229 (188) Bkz. Yazır, M. Hamdi, Hak Dini Kur'an Dili, 7/5438, İst.,1938 (189) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/115 ve 2/138 (190) İbn Hişâm, 2/306-308
"Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer inan-mışsanız üstün gelecek sizsiniz. (Âl-i İmrân Sûresi, 139) a) Savaşın Sebebi Bedir Savaşında Mekke müşriklerinden 70 kişi ölmüştü. Bunlar arasında Ebû Cehil, Ukbe, Utbe, Şeybe, Ümeyye, Âs b. Hişâm gibi Kureyş'in önde gelen simâları vardı. Bu yüzden Mekkeliler Bedir yenilgisini unutamıyorlar, intikam ateşiyle yanıyorlardı. Bedir'de,babalarını, kardeşlerini, oğullarını ve diğer yakınlarını kaybedenler. Mekke reisi Ebû Süfyân'a başvurdular. Dârun'-Nedve'de toplanarak, Şam kervanının kazancı ile bir ordu toplayıp Medine'yi basmağa ve Müslümanlardan öç almağa karar verdiler.(191) Mekke dışındaki müşrik Arap kabîlelerine, şâirler, hatipler gönderdiler. Bunlar, Bedir'de öldürülenler için, şiirler, mersiyeler söyleyerek halkı heyecâna getirdiler. 50 bin altın olan kervan kazancının yarısı ile Mekke dışındaki müşrik kabilelerden 2000 asker topladılar. Mekke'den katılanlarla, 700'ü zırhlı, 200'ü atlı omak üzere, Ebû Süfyan'ın komutasında 3000 kişilik mükemmel bir ordu ile Medine üzerine yürüdüler. Orduda ayrıca 300 deve, şarab tulumları, şarkıcı ve rakkase kadınlar vardı. Bunlardan Başka, başta Ebû Süfyân'ın karısı Hind olmak üzere Kureyş ileri gelenlerinden 14 tane evli kadın da kocaları ile birlikte bulunuyorlardı. b) Abbâs'ın Mektubu Rasûlullah (s.a.s.)'in Mekke'deki amcası Abbâs, Bedir'de esir düştükten sonra Müslüman olmuş, fakat Müslümanlığını gizlemişti. Bedir'de çok zarar gördüğünü bahâne ederek, bu orduya katılmadı. Özel haberciyle bir mektup göndererek, durumdan Rasûlullah (s.a.s.)'i haberdar etti. Gönderilen keşif kolları da, Kureyş ordusunun Medine'ye yaklaştığını haber verdiler. Vahiy gelmeyen konularda, karâr vermeden önce Rasûlullah (s.a.s.) ashâbla istişâre ederdi. Muhâcirleri ve ensârı toplayarak: -Düşmanı Medine dışında mı karşılayalım, yoksa şehir içinde savunma tedbirleri mi alalım? diye istişârede bulundu. Peygamber Efendimiz, bir gece önce rüyâsında, kılıcında bir gedik açıldığını,yanında bir sığırın boğazlandığını ve mübârek elini zırhı içinde muhâfaza ettiğini görmüştü. Kılıcında açılan gediği, ehl-i beytinden birinin şehid olması; sığırın boğazlanmasını, ashâbından bazılarının şehit düşmeleri; zırhı da Medine ile tâbir etmiş, bu yüzden Medine dışına çıkılmayarak, şehirde savunma yapılmasını uygun görmüştü.(192) Hz. Ebû Bekir, Sa'd b. Muâz gibi ashâbın büyükleriyle münâfıkların başı Übeyy oğlu Abdullah da bu görüşteydiler. Fakat ashâbın çoğunluğu, bilhassa Bedir savaşı'nda bulunamamış olan genç Müslümanlarla Hz. Hamza: - Biz böyle bir günü beklemekteydik, düşmanla Medine dışında savaşalım, diye isrâr ettiler.(193) Rasûlullah (s.a.s.) çoğunluğun arzusuna uyarak, birbiri üzerine iki zırh giyip, miğferini başına geçirerek hâne-i saâdetinden çıktı. Medine dışında savaşılmasını isteyenler, Peygamber Efendimizin arzusuna aykırı davranmakla hata ettiklerini anlayarak fikirlerinden caydılar. Fakat Rasûlullah (s.a.s.): c) Peygamber Zırhını Giydikten Sonra -"Bir peygamber zırhını giydikten sonra, savaşmadan onu çıkarmaz."(194) Eğer sabreder, görevinizi tam yaparsanız, Allah'ın yardımıyla zafer bizimdir, dedi. Kureyş ordusu, Medine'nin 5 km. kadar kuzeyindeki Uhud dağı eteklerinde karargâhını kurmuştu. Rasûlullah (s.a.s.) Abdullah b. Ümmi Mektûm'u Medine'de vekil bırakarak, 1000 kişilik kuvvetle, cuma namazından sonra Medine'den çıktı. O gün Uhud'a kadar ilerlemeyip geceyi "Şeyheyn" denilen yerde geçirdi. Sabahleyin şafakla beraber Uhud'a vardı, savaş için en elverişli yeri seçti. Yolda Übeyy oğlu Abdullah, "Muhammed (s.a.s.) bizim gibi yaşlı ve tecrübelileri dinlemedi, çocukların sözüne uydu. Ben meydan savaşını uygun görmemiştim..." bahânesiyle, kendisine bağlı 300 münâfıkla, ordudan ayrıldı. Böylece Müslümanların sayısı 700'e düştü. d) Rasûlullah (s.a.s.)'in Savaş Düzeni Peygamber Efendimiz, ordusunun arkasını Uhud Dağı'na vererek Medine'ye karşı saf yaptı. Solundaki Ayneyn tepesi'ne "Cübeyr oğlu Abdullah" komutasında 50 okçu yerleştirdi. -Galip de gelsek mağlup da olsak, benden emir gelmedikçe yerinizden ayılmayacaksınız, Şu vâdiden, düşman atlıları arkamıza dolaşıp bizi kuşatabilirler. Oklarınızla onları buradan geçirmeyin, çünkü at, oku yeyince ilerleyemez, dedi.(195) Müslümanların karşısında savaş durumu alan müşrik ordusu, sayıca Müslümanların 4 katından daha fazlaydı. Üstelik bunlardan 700'ü zırhlı, 200'ü atlıydı. Müslümanların ise 100 zırhı ve sadece 2 atları vardı. Sağ koluna Ukâşe, sol koluna ise Ebû Mesleme memûr edilmişti. Rasûlullah (s.a.s.) ise ortada bulunuyordu. Ebû Süfyân komutasındaki 3000 kişilik müşrik ordusunun sağ kanadına Velid oğlu Hâlid, sol kanadına Ebû Cehil'in oğlu İkrime, süvârilere Ümeyye oğlu Safvân, okçulara ise Rabîa oğlu Abdullah komuta ediyordu. Kureyşli kadınlar, Bedir'de ölenler için mersiyeler okuyorlar, defler çalıp şarkılar söyleyerek askerler arasında dolaşıyorlar, onları savaşa teşvik ediyorlardı. Savaş, o devrin âdeti üzerine mübâreze ile (meydanda teke tek çarpışma ile) başladı. Kureyş'in bayrağını taşıyan Abdüddâr oğullarından ortaya çıkan 9 kişi birer birer Müslümanlar tarafından öldürüldü. Rasûlullah (s.a.s.) elindeki kılıcı göstererek: -Hakkını ödemek şartıyla bu kılıcı kim ister? diye sordu. Ensârdan Ebû Dücâne: -Bunun hakkı nedir, Ya Rasûlallah? diye sordu. Rasûlullah (s.a.s.): -Eğilip bükülünceye kadar düşmanla savaşmak, diye cevap verdi. Ebû Dücâne bu şartla aldığı kılıçla düşman üzerine saldırdı, müşrik safları arasına girdi.(196) Hamza, Ali, sa'd b. Ebî Vakkâs, Ebû Dücâne gibi kahramanların hücûmlarıyla savaşın ilk anında 20'den fazla ölü veren Kureyş, bozguna uğramış, sağ ve sol kanat geri çekilmiş, def çalarak Kureyşlileri savaşa teşvik eden kadınlar, feryadlar kopararak yüksek tepelere kaçmışlardı. İman kuvveti karşısında sayı ve malzeme üstünlüğü işe yaramamış, müşrikler kaçmağa başlamışlardı. e) Okçular Yerlerini terkedince Böylece ilk safhada müslümanlar savaşı kazandılar. Fakat kaçan düşmanı sonuna kadar tâkib etmeden, savaş alanına dağılarak, ganimet (düşmandan kalan malları) toplamağa koyuldular. Ellerine geçen fırsatı yeterince değerlendiremediler. Ayneyn tepesinden durumu seyreden okçular da birbirlerine: -Burada ne bekliyoruz, savaş bitti, zafer kazanıldı, biz de gidip ganimet toplayalım, dediler.(197) Abdullah b. Cübeyr: -Arkadaşlar, Rasûlullah (s.a.s.)'in emrini unuttunuz mu? O'ndan emir almadıkca yerimizden ayrılmayacağız... diye ısrâr ettiyse de dinlemediler.(198) Abdullah'ın yanında sadece 8 okçu kaldı. Düşmanın sağ kanat komutanı Hâlid b. Velîd, Rasûlullah (s.a.s.)'in okçularla koruduğu Ayneyn vâdîsinden geçerken Müslümanları arkadan kuşatmayı denemiş, okçular bu geçidi bekledikleri için başaramamıştı. Okçuların buradan ayrıldığını görünce, emrindeki süvârilerle hücûma geçti. Cübeyr oğlu Abdullah ile 8 sâdık arkadaşını şehit edip, ganimet toplamakla meşgul Müslüman ordusunu arkadan çevirdi. Müşrikler, geri dönüp yeniden hücûma geçtiler. Tepelere çekilen kadınlar da def çalarak aşağıya indiler. Müslümanlar, önden ve arkadan iki hücûmun arasında şaşırıp kaldılar. Savaşı kazanmışken kaybetmeğe başladılar. Birbirlerinden ayrılmış ve dağılmış bir durumda oldukları için, canlarını kurtarma sevdâsına düştüler. (199) f) Hz. Hamza'nın Şehid Düşmesi Bedir Savaşı'nda babası Utbe, kardeşi Velîd ve amcası Şeybe'yi kaybetmiş olan Ebû Süfyân'ın karısı Hind, babasını öldüren Hamza'dan öç almak istiyordu. Hamza'nın karşısında kimse duramadığı için, Cübeyr b. Mut'im'in kölesi ve iyi bir nişancı (atıcı) olan Habeşli Vahşî'ye Hamza'yı öldürdüğü takdirde, büyük menfaatler vâdetmiş, efendisi Cübeyr de âzâd etmeğe söz vermişti. Vahşî, Hamza'nın karşısına çıkmaya cesâret edemedi. Bir taşın arkasına gizlenip, Hamza'nın önünden geçmesini bekledi.Hamza ise savaş alanında durmadan sağa sola koşuyor, elinde kılıç önüne gelen müşrikleri tepeliyordu. O gün tam 8 müşrik öldürmüştü. Bunlardan Abdu'l-Uzza oğlu-Sibah'ı öldürdüğü sırada, Vahşî'nin tam önünde bulunuyordu. Vahşî fırsatı kaçırmadı. Habeşlilerin çok iyi kullandığı harbesini (kısa mızrağını) gizlendiği yerden fırlattı; kahraman Hamza'yı kasığından vurarak şehit etti.(200) Hamza'nın ölümünü duyan Hind, koşarak geldi. Karnını yarıp, ciğerini çıkararak dişledi, fakat yutamadı. Vahşi'yi mükâfatlandırdı ve kölelikten kurtardı. Savaşın en şiddetli anında Hz. Hamza'nın şehit düşmesi, Müslümanlar için büyük kayıp oldu. Esâsen, ansızın önden ve arkadan uğradıkları hücûm sebebiyle ne yapacaklarını şaşırmışlar, bir çok şehid vererek, şuraya buraya dağılmışlardı. Bir ara, Rasûlullah (s.a.s.)'in etrafında sâdece, ikisi muhâcirlerden, yedisi ensârdan olmak üzere 9 kişi kalmış, bunlar da birer birer şehid düşmüşlerdi.(201) g) Rasûlullah (s.a.s.)'in Öldüğü Şâyiası İbni Kamie el-Leysi adlı bir müşrik, Hz.Peygamber (s.a.s.)'e benzeterek, İslâm ordusunun sancaktarı Mus'ab b. Umeyr'i şehit etmiş ve Muhammed (s.a.s.)'i öldürdüm, diye ilân etmişti.(202) Bu şâyia üzerine İslâm ordusunda panik başladı. Rasûlullah (s.a.s.): -Ey Allah'ın kulları, bana geliniz,etrafımda toplanınız, diye sesleniyor, fakat kimse O'nu duymuyordu. Müslümanlar birbirinden habersiz üç fırka olmuşlardı. l) Rasûlullah şehid olduysa, Allah bâkidir. O'nun yolunda biz de şehit oluruz, diyerek savaşa devâm edenler. Enes b. Nadr (Enes b. Mâlik'in amcası) bunlardandı.Yetmişten fazla yara aldıktan sonra şehid düşmüştür. 2) Rasûlullah (s.a.s.)'in etrâfını çevirip, vücûdlarıyla O'na siper olan, O'nu düşman saldırısına karşı koruyanlar. Bunlar "14" kişi kadardı. Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali, Abdurrahman b. Avf, Talha, Zübeyr, Sa'd b. Ebî Vakkas, Ebû Dücâne bunlardandır. 3) Rasûlullah şehid olduktan sonra, burada durmanın manası yok, diyerek, savaş alanından ayrılanlar.(203) Bunlardan bir kısmı dağlara çekilmişler, bazıları ise Medine'ye dönmüşlerdi. Müslümanların bu dağınık durumlarından yararlanan müşrikler, Rasûlullah (s.a.s.)'in yanına kadar sokuldular. Atılan bir taşla Peygamber Efendimizin dudağı yarıldı, dişi kırıldı ve İbni Kamie'nin kılıç darbesiyle yere yıkıldı. Zırhından kopan iki halka yanağına battığından yüzünden de yaralandı.(204) Ashâb-ı kirâm, savaş alanında Rasûlullah (s.a.s.)'i bir türlü bulamıyordu. Halbuki, Rasûlullah(s.a.s.) bulunduğu yerden hiç ayrılmamıştı. Nihâyet Hz. Peygamber Efendimizi Ka'b b. Mâlik gördü ve: -Ey mü'minler, Rasûlullah (s.a.s.) burada, diye haykırdı. Ka'b'ın sesini duyan Müslümanlar, hemen Rasûlullah (s.a.s.)'in etrâfında toplanarak, müşriklerin saldırılarını durdurdular.(205) h) Ebû Süfyân'la Hz.Ömer Arasında Geçen Muhâvere Müşriklerin saldırıları yavaşlayınca, Peygamber Efendimiz etrâfında toplanmış olan Müslümanlarla Uhud Dağı tepelerinden birine çekildi. Müslümanların bir tepede toplandığını gören Ebû Süfyân da, onların karşısında başka bir tepeyi işgal etti. Ebû Süfyân, Peygamberimizin sağ olup olmadığını kesinlike öğrenemediğinden merak içindeydi. Bu sebeple yüksek sesle üç defa: -İçinizde Muhammed (s.a.s.) var mı? Ebû Bekir varmı? Ömer var mı? diye seslendi. Rasûlullah (s.a.s.) cevap verilmemesini emretmişti. Kimseden ses çıkmayınca, müşriklere dönerek: -"Görüyorsunuz, hepsi de ölmüş. Artık iş bitmiştir, diye söylendi. Hz. Ömer dayanamadı. -"Yalan söylüyorsun ey Allah düşmanı, sorduklarının hepsi sağ, hepside burada, diye cevap verdi. Ebû Süfyân: -Savaşta üstünlük nöbetledir, bugün biz Bedir'in öcünü aldık, üstünlük bizde... diye gururlandı. Ömer: -Bizden ölenler Cennet'de, sizinkiler ise Cehennem'de diye cevâp verdi. -Ya Ömer, Allah aşkına gerçeği söyle. Biz Muhammed (s.a.s.) 'i öldürdük mü? -Rasûlullah (s.a.s.) sağ ve senin bu sözlerini de işitiyor. -Ya Ömer, ben senin sözlerine İbni Kamie'nin sözünden daha çok inanırım. Ölülerinize yapılan fenâlıkları ben emretmedim(206), fakat çirkin de görmedim. Gelecek yıl Bedir'de buluşalım, dedi. Hz. Ömer de: -"İnşallah, diye cevap verdi.(207) Hz. Ömer'le Ebû Süfyân arasında yapılan bu konuşmadan sonra, müşrikler Uhud'dan ayrıldılar. Onlar, Hz. Muhammed (s.a.s.)'i öldürmek, Medine'yi basıp müslümanları imhâ etmek, müslümanlığı ortadan kaldırmak için Mekke'den gelmişlerdi. Fakat Allah kalblerine korku saldı. Üstünlük kendilerinde olduğu ve Rasûlullah (s.a.s.)'in de sağ bulunduğunu öğrendikleri halde, savaşa devam etmeğe cesâret edemediler. Tek bir esir bile alamadan, geri döndüler. l) Uhud Savaşı'ndan Üç Safha Uhud Savaşı'nda üç safha yaşandı: İlk safhada Müslümanlar üstün geldiler, 20'den çok düşman öldürerek, müşrikleri bozguna uğrattılar. İkinci safhada, kaçan müşrikleri kovalamayı bırakıp, kesin sonuç almadan ganimet toplamaya koyulmaları ve Rasûlullah (s.a.s.)'in yerlerinden ayrılmamalarını emrettiği okçu birliğinin görevlerini terketmeleri yüzünden, Müslümanlar 70 şehit vererek mağlup duruma düştüler. Üçüncü safhada ise, dağılmış olan Müslümanlar, Rasûlullah (s.a.s.)'in etrâfında toplanıp, karşı hücûma geçerek, düşman hücûmunu durdurdular. Müşriklerin Uhud'dan ayrılmasından sonra Rasûlullah (s.a.s.) şehitleri yıkanmadan, kanlı elbiseleriyle, ikişer üçer defnettirdi.(208) Cenâze namazlarını ise, bu târihten 8 sene sonra kıldı.(209). 2- HAMRÂÜ'L-ESED GAZVESİ Müşrikler, elde ettikleri üstünlükten yararlanıp Müslümanları imhâ etmeden savaş alanından ayrıldıklarına pişmân oldular. Aralarında, geri dönüp Medine'yi basmayı konuştular. Rasûlullah (s.a.s.) bu durumdan haberdar olunca, Medineye dönüşünden bir gün sonra, Uhud Savaşı'na katılmış olan ashâbını toplayarak Medine'den 16 km. kadar uzakta "Hamrâ'ü'l-Esed" denilen yere kadar müşrikleri takibetti. Gece olunca, burada 500 kadar ateş yaktırdı. Müşrikler, takib edildiklerini öğrenince, korktular; Medine'yi basma düşüncesinden vazgeçerek, süratle Mekke'ye döndüler.(210/1) 3- HİCRETİN ÜÇÜNCÜ YILINDA DİĞER OLAYLAR a) Rasûlullah (s.a.s.)'in Hz. Hafsa ve Huzeyme Kızı Zeyneb'le Evlenmesi. Hz. Ömer'in kızı Hafsa'nın ilk eşi Huneys b. Huzâfe, Kureyş ileri gelenlerinden ve Habeşistan'a hicret eden ilk Müslümanlardandı. Sonra Medine'ye hicret etmiş, Bedir ve Uhud Savaşlarına katılmıştı. Uhud Savaşında aldığı bir yaradan, Medine'de vefât etti. Hz. Ömer, Rasûlullah (s.a.s.) ile kızı Hafsa'nın evlenmesini şöyle anlatmıştır: -Hafsa dul kalınca, Osman'a onunla evlenmesini teklif ettim. Hele bir düşüneyim, diye cevap verdi. Sonra kaşılaştığımızda, şu sırada evlenmeyi uygun görmüyorum, dedi. Bunun üzerine Ebû Bekir'e istersen Hafsa'yı sana vereyim, dedim. Ebû Bekir sustu. Müsbet veya menfi cevap vermedi. Ebû Bekir'in susmasına Osman'ın teklifimi geri çevirmesinden daha çok üzüldüm. Keyfiyeti Rasûlullah (s.a.s.)'e arzedince: -Üzülme yâ Ömer, Hafsa'yı Osman'dan hayırlısı alacak; Osman da Hafsa'dan daha iyisi ile evlenecek(210/2), buyurarak, Hafsa'nın izdivâcına tâlip oldu; Osman'ı da kızı Ümmü Gülsüm'le evlendirdi. Sonra Ebû Bekir bana rastladığında: -Sanıyorum, Hafsa'yı bana teklif ettiğinde cevap vermediğime gücenmiştin. Ben Hafsa'yı Rasûlullah(s.a.s.)'in alacağını biliyordum. (Bana bunu söylemişti.) Rasûlullah (s.a.s.)'in sırrını ifşâ etmeyi uygun bulmadağım için sana cevap vermedim. Eğer böyle olmasaydı, teklifini kabûl ederdim, dedi.(211) Rasûlullah (s.a.s.) Hz. Hafsa ile evlenerek, hem en yakın arkadaşlarından Hz.Ömer'in üzüntüsünü giderdi, hem de Hz. Ebû Bekir gibi Hz. Ömer'i de akrabalık bağı ile kendisine bağlamış oldu. (Şaban 3 H / Ocak 625 M) Hilâloğullarından Huzeyme kızı Zeyneb, ilk kocasından ayrılmış; Rasûlullah (s.a.s.)'in halasının oğlu olan ikinci kocası Cahşoğlu Abdullah ise, Uhud Savaşı'nda şehid düşmüştü. Zeyneb genç ve güzel değildi, orta yaşlı ve merhametli bir hanımdı. Fakirleri, yoksulları, kimsesizleri gözettiği için, kendisine "Ümmü'l-mesâkin" ünvânı verilmişti. Eşinin şehit düşmesiyle himayeye muhtaç kalan bu şefkatli hanımı Rasûlullah (s.a.s.) nikâhladı. Fakat Zeyneb çok yaşamadı, evlenmesinden üç ay kadar sonra vefât etti. Rasûlullah (s.a.s.)'in torunu Hz. Hasan da bu yıl Ramazan ortalarında doğmuştur.(212) b) Rasûlullah (s.a.s.)'in kızı Ümmü Gülsüm'ün Hz. Osmanla Evlenmesi Hz. Osman, Rasûlullah (s.a.s.)'in ikinci kızı Rukiyye ile evliydi. Rukiyye, Bedir Savaşı esnâsında vefât etmişti. Bir yıl sonra, Rasûlullah (s.a.s.) Hz. Osman'ı üçüncü kızı Ümmü Gülsüm'le evlendirdi. Rasûlullah (s.a.s.)'in iki kızı ile evlenmiş olduğu için Hz. Osman'a "Zi'n-nûreyn" (iki nûr sâhibi) denilmiştir.
MEDİNE DEVRİ (BÖLÜM 2 TIKLAYINIZ)
(192) İbn Hişâm, 3/66-67; İbnü'l-Esîr, 2/150; Zâdü'l-Meâd, 2/232 (193) İbn Hişâm, 3/67 (194) Zâdü'l-Meâd, 2/231; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/150 (195) Bkz. el.Buhârî, 4/26 ve 5/29; Tecrid Tercemesi, 8/457 (Hadis No: 1269); İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/152 (196) Riyâzü's-Salihin Tercemesi, 1/128, (Hadis No: 91); İbnü'l-Esîr, 2/152 (197) Bkz. Âl-i İmrân Sûresi, 152 (198) el-Buhârî, 4/26-27 ve 5/29-30; Tecrid Tercemesi, 8/457-460 (Hadis No: 1269) (199) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/154 (200) el-Buhârî, 5/36,37; Tecrid Tercemesi, 10/216-221 (Hadis No: 1585); İbn Hişâm, 3/75 (201) Müslim, 3/1415, (Hadis No: 1789) (202) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/155; İbn Hişâm, 3/77 (203) "Muhammed ancak bir peygamberdir. O'ndan önce de bir çok peygamberler gelip geçti. Şâyet o ölseydi veya öldürülseydi, siz topuklarınız üzerinde gerisin geriye mi dönecektiniz?..." (Âl-i İmran Sûresi, 144) (204) el-Buhârî, 5/35; Müslim, 3/ 1416 (Hadis No: 1790); İbn Hişâm, 3/84; İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/154; Zâdü'l-Meâd, 2/234 (205) İbnü'l-Esîr, 2/157; İbn Hîşâm, 3/88; Zâdü'l-Meâd, 2/235 (206) Kureyşli kadınlar savaş alanının tenhalığından yararlanarak, Bedir'de öldürülen yakınlarının öçlerini almak için şehitlerin kulak ve burunlarını kesmişler, karınlarını yararak ciğerlerini çıkarmışlardı. (207) Bkz. el-Buhârî, 4/26 ve 5/30; Tecrid Tercemesi, 8/457 (Hadis No: 1269) Zâdü'l-Meâd, 2/236-238 (208) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/162; Zâdü'l-Meâd, 2/246 (209) el-Buhârî, 2/94; Tecrid Tercemesi, 4/655 (Hadis No: 661) (210/1) İbnü'l-Esîr, a.g.e., 2/164 (210/2) İbn Sa'd, Tabakat, 8/82-83; İbn Hacer, el-İsâbe, 8/51, Kahire, 1972; İbn Abdi'l-Berr el-İstîab, 4/1811, Kahire, 1960 (211) el-Buhârî, 6/130; Tecrid Tercemesi, 10/166 (Hadis No: 1571) ve 11/338- 339 (1803 No. lu hadisin izâhı); Riyâzü's-sâlihin, 2/98 (Hadis No: 689) |