isamehdi2
(BÖLÜM 5)
MESİH VE MEHDİ ANLAYIŞI İsim olarak, HİDAYET GÖRMÜŞ , HİDAYET EDİLMİŞ , yani DOĞRU YOL GÖSTERİLMİŞ , DOĞRU YOLA KILAVUZLANMIŞ demek olan ve Arapça bir sözcük olan MEHDİ sözcüğü, bir kısım Müslümanlar tarafından, ilerideki bir tarihte KIYAMETE YAKIN BİR ZAMANDA ortaya çıkacağı zannedilen belirli bir varlığa isim olarak verilmiştir. İslâmiyet’in tek kaynağı KUR’AN’da MEHDİ ile ilgili bir tek ayet, bir tek işaret bulunmamasına rağmen, Müslümanlar arasında böyle bir inancın oluşması, YAHUDİ ve HIRİSTİYAN inançlarındaki MESİH inancına dayanmaktadır. BU HUSUS ANA BRİTANNİCA TARAFINDAN ŞU SATIRLARLA SAPTANMIŞTIR ; Nitekim tüm İSLAM bilginleri, ( Kâ’bu-l Ahbar, Vehb b.Münebbih, Abdullah b.Selam, Temim-i Dari, İbn-i Cüreyc ) gibi kişilerin, bu icraatı çokça yaptıkları konusunda birleşmektedirler. İşte MEHDİ inancı da, bu gibi kişiler marifetiyle MÜSLÜMANLAR ARASINA GİRMİŞ VE YAYILMIŞTIR. Çünkü zaten KUR’AN’da bahsi geçmeyen bu kavrama, ne İSLAM dinini iyi anlamış ve bu sebeple sonradan mezhep imamı olarak kabul edilmiş İMAM-I AZAM, İMAM MATURİDİ, İMAM-I EŞ’ARİ gibi bilginlerin eserlerinde bu kavramlar geçmemiştir. Hayatta iken müritleri tarafından MEHDİ olarak kabul edilmiş olan bu zat, insanların ALLAH’tan yardım istemeyi unutacaklarını düşünmüş olmalı ki ; ÜMİTSİZLİĞE DÜŞÜLDÜĞÜNDE, kahredici, zalim idareciler, istilâlar, sürgünler, baskılar döneminde insanlar böyle bir ümide muhtaçtır. O sayede KÖTÜ ŞARTLARA SABREDİLİR, tahammül edilir. Onun için MEHDİ İNANCI GEREKLİDİR DİYEBİLMİŞTİR .. BUHARİ ve MÜSLİM dışındaki hadis kitaplarında MÜTEVATİR olmayan, bir kaç zayıf rivayete konu edilen MEHDİ inancı inançlarının temeli RÜYA ve KEŞİF olan, aslında inanç ilkeleri ve amelleri itibari ile İSLAM’dan çok farklı bir din olan tasavvuf ve tarikat çevreleri ile Şİİ MEZHEBİNDE REVAÇ BULMUŞTUR. Oysa İSLAM’da ZANNA DAYALI İNANÇ OLUŞTURULMAZ ! … "Onların çoğu ZANDAN başka bir şeyin ardından gitmiyor. Doğrusu şu ki, ZAN HAKTAN HİÇBİR ŞEY İFADE ETMEZ. ALLAH onların yaptıklarını iyice bilmektedir.." (Yunus/36) MEHDİ KİMDİR ? ŞİİLİK’te MEHDİ, YÜCE BİR İMAM’dır. Onu kimse göremez, bilemez. Çünkü kendisini gözlerden saklamıştır. O ÖLMEMİŞTİR. Kıyamet yaklaştığında saklandığı yerden çıkacak, yeryüzünden her türlü kötülüğü kaldırarak herkesin mutluluğunu sağlayacak, böylece ALLAH tarafından kendisine verilen görevi yerine getirmiş olacaktır. ŞİİLİK’in İMAMİYYE ekolüne göre ise MEHDİ, Hasan ASKERİ’NİN OĞLUDUR. Babası öldüğü zaman yaşı çok küçük olmasına rağmen babasının cenaze namazını kıldırmıştır. Sonra dünyadan el etek çekerek görünmez olmuştur. Topluma yolladığı mesajları, belirlediği dört temsilci ile iletmiş, kendisi ölünce bu temsilcilerin de görevleri bitmiştir.. MEHDİ inancının, Şİİ ekolde Sünni ekole nazaran daha çok kabul edilmesinin sebebi, EMEVİ SOYUNUN, ABBASİ SOYUNA ÇEKTİRDİĞİ AŞIRI ZULÜM VE İŞKENCEDİR. ZAYIF RİVAYETLERE GÖRE İSE MEHDİ ; -Kıyamete yakın bir zamanda, Sünnetlerin unutulup bid’atlerin çoğaldığı, ZULÜM ve FESADIN hüküm sürdüğü bir zamanda ORTAYA ÇIKACAKTIR. -Peygamberimizin kızı FATIMA’nın OĞLU HÜSEYİN’İN NESLİNDEN GELECEK (yani seyyit olacak), Medine’de doğacak ama kendisini Mekke’de tanıtacak, peygamberimiz gibi kendi adı MUHAMMED ve babasının adı da ABDULLAH OLACAKTIR. -Çok bilgin birisi olacak, KENDİ ADINA MEZHEP KURACAK ve bütün Müslümanlar kendisine uyacaktır. -Ashab-ı Kehf’in kendisine yardım edeceği bu mehdi, tüm dünyanın hükümdarı olacak ve dünyayı zulümden temizleyerek, ADALETİ HAKİM KILACAKTIR. -İSA PAYGAMBER ONUN ZAMANINDA GÖKTEN İNECEK, onun arkasında namaz kılacak ve DECCAL’a karşı beraber mücadele edeceklerdir. -ALTI ila DOKUZ yıl arasında SALTANAT SÜRECEK ve bu dönemde BOL YAĞMUR YAĞACAK, TOPRAK BEREKETLİ OLACAKTIR. İşte bu inanç olmuş kavramlar, Tarih kitaplarında ve ansiklopedilerde görülebileceği gibi, TARİHTE BİR ÇOK ŞARLATAN MEHDİNİN ÇIKMASINA’DA YOL AÇMİŞTIR. Ama bu sapıklık tarihte kalmamış, TARİKAT ŞEYHLERİNİN MEHDİ OLDUĞUNA İNANAN İNSANLARCA GÜNÜMÜZE KADAR GELMİŞTİR. BU GÜN DAHİ KENDİSİNİ DOLAYLI YOLLARDAN MEHDİ İLAN EDEN, SIRÇA KÖŞKLERDE OTURAN VERSACE GÖMLEKLERLE TELEVİZYONLARDA POZLAR VEREN BİR ÇOK KİŞİNİN OLDUĞUNU GÖRMEK HİÇ DE ZOR DEĞİLDİR … İSLÂM DİNİNDE MEHDİ İNANCI ; BU YANLIŞ İNANCIN, İSLAM dini ile, hiçbir aşamada ÖRTÜŞTÜĞÜ HİÇ BİR HUSUS YOKTUR. Çünkü bu yanlış inancın aşamalarında olacağı söylenen maddeler şunlardır ; Memleket ZULÜM ve FESADA BOĞULDUĞU ZAMAN, hiç kimsenin zahmet edip bir çabaya girmesine gerek kalmadan ALLAH insanlara MESİH ya da MEHDİ’yi yollayacak, o da memleketi zulümden, baskıdan, fesattan kurtarıverecektir. İnsanların MESİH ya da MEHDİ’nin dünyayı düzeltmesine yardım etmelerine de gerek kalmayacak, çünkü MESİH ya da MEHDİ’ye yardımcı olarak ALLAH mağaradan Ashab-ı Kehf’i çıkaracak ve gökten İSA’YI İNDİRECEKTİR. Böylece insanlar TEKKELERDE KÖŞELERDE ELİNDE DOKSANDOKUZLUK TESBİH İLE LAK LAK EDECEKLER, ama memleket zulümden fesattan MESİH ya da MEHDİ ve yardımcıları tarafından kurtarılacaktır. Yukarıdaki tabloya göre, ZULÜM ve FESATLA ÖLÜMÜNE MÜCADELE ETMİŞ PEYGAMBERLER ve YANDAŞLARI dünya insanlarını İslam’a öyle yada böyle kabullendiremedilerde , MESİH ya da MEHDİ’mi bunu yapacaktır. Allah yolunun yolcuları , SÜNNETULLAH’ın ne olduğunu anladıkları için, mücadeleye yalın kılıç kendi elleriyle girişmişlerdir. Onların kutsal mücadelesi göz önüne alınmalıdır. HALBUKİ İSLAM’IN ÖNGÖRDÜĞÜ İNSANLARDAN BEKLEDİĞİ İSE ŞUNLARDIR ; "Sen Ey içine kapanan Kalk,ve UYANIŞI BAŞLAT !" (Müddessir 1/2) "İçinizden hayra çağıran, doğruyu-güzeli emreden, KÖTÜ ÇİRKİNDEN ALIKOYAN BİR TOPLULUK OLSUN. Kurtuluş ve zafere eren işte onlardır." (Al-i İmran 104) "ALLAH’a çağıran ve DÜZELTİCİ İŞLER YAPAN ve BEN MÜSLÜMANIM diyen kimseden daha güzel sözlü kim vardır." (Fussilet 33) "Fitne kalmayıncaya ve din tümüyle ALLAH’ın oluncaya kadar onlarla SAVAŞ. Vazgeçerlerse kuşkusuz ki ALLAH, ne yaptıklarını iyice görendir." (Enfal 39) Görüldüğü gibi İSLAM DİNİNE GÖRE MÜSLÜMAN, her kötülük karşısında şartlara göre tavır almak, kötülüklerle mücadele etmek zorundadır. Çünkü insanlar hak etmedikçe ALLAH, onların içine düştükleri perişanlığı değiştirmeyecektir. "Her biri için onu önünden ve arkasından izleyen gözcüler vardır ki, kendisini ALLAH’ın emrine bağlı olarak koruyup denetlerler. Gerçek şu ki ALLAH, BİR TOPLUMUN MARUZ KALDIĞI ŞEYLERİ, ONLAR, İÇ DÜNYALARINDAKİNİ DEĞİŞTİRMEDİKÇE, DEĞİŞTİRMEZ. ALLAH bir TOPLUMA PERİŞANLIK DİLEYİNCE de ARTIK ONU GERİ ÇEVİRECEK BİR GÜÇ YOKTUR. Ve onlar için ALLAH dışında koruyucu bir DOST’DA BULAMAZLAR." (Rad 11) Sonuç olarak, MEHDİ ve MESİH’i karşılaştırdığımızda, MEHDİ denilen kişinin YAHUDİ ve HIRİSTİYANLIK inancındaki MESİH olduğunu, diğer bir ifadeyle MEHDİ’nin, MESİH’in İSLAMİLEŞTİRİLMİŞİ olduğunu görmekteyiz. Orijinal İSLAM’da BÖYLE BİR İNANÇ YOKTUR , olması da MÜMKÜN DEĞİLDİR. Araştırmacılar/Uzmanlar KURAN'ının hiçbir yerinde böylesi bir eskatoloji (gelecek tasavvuru) bulunmadığında hemfikirler. Mehdinin geleceğine, İSA’nın ineceğine dair yapılan ZORLAMA YORUMLARIN HİÇ BİRİNİN ASLI ASTARI YOKTUR. Konuyla ilgili hadis olduğu iddia edilen rivayetlerin tamamı uydurmadır. İBN HALDUN, altıyüzyıl önce “MUKADDİME” ADLI ESERİNDE bunları tek tek ele almış ve kesin bir şekilde çürütmüştür. Bunların hepsi eski dünya dinlerinin kurtarıcı beklentisini yansıtan boş inançlarıdır. KUR’AN’ın bunların hiç birine itibar etmediğini ve insanlığa bambaşka bir gelecek tasavvuru getirdiğini görüyoruz. Bu açıdan bakınca, evet, KUR’AN son derece futurist (gelecekçi) bir kitaptır. PEKİ NEDİR ? KUR’AN’ın İLERİDE ŞUNLAR OLACAK BEKLEYİN dediği şey nedir.? ÜÇ ŞEY ; 1- Ölüm 2- Afet 3- Kıyamet BÜTÜN KUR’AN BUNLARA DAİR UYARILARLA DOLUDUR. Açın herhangi bir yerinden bir kaç sayfa okuyun, göreceksiniz. BUNUN DIŞINDA BEKLENECEK BİR ŞEY YOKTUR. Ne MEHDİ gelecek, ne Hz.İSA inecek, ne MESİH ZUHUR EDECEK. Bunların hepsi KUR’AN öncesi eski dünya eskatolojilerinde kalmış çaresiz, zavallı, boş beklentilerdir. Aslında bu tür rivayetleri MEHDİ KUR’AN’DIR, HER MÜSLÜMAN MEHDİDİR, Hz.İSA’NIN RUHU GERİ DÖNECEK, davası hakim olacak vs. şeklinde TEVİL ederek yorumlamak da mümkün. Fakat bu yoldan kazançlı çıkanın yine pusuya yatmış bekleyen ve halkı aldatmayı meslek haline getirmiş din simsarlarının olacağından. Asıl böyle yapılınca onlara prim verilmiş olacaktır. Bu nedenle TEREDDÜTSÜZ HEPSİ REDDEDİLMELİDİR. Peki, elde KUR’AN gibi bir BÜRHAN-I HAKİKAT varken, bu kitabın bağlıları olduğunu iddia eden Müslümanlar dahi, nasıl oluyor da hala mehdi, mesih veya nuzul-i İsa beklentilerine inanabiliyor.? İŞTE CEVABI ; "EY RABBİM, benim halkım bu KUR’AN’ı mehcur bıraktı TERK ETTİ/BİR KENARA ATTI/UZAKLAŞTI." (Furkan 30) Bu Ayetin Elmalılı Hamdi Yazır Tarafından tefsir edilmiş şekli şöyledir. ; Furkan 30- Peygamber de, Ya Rab! demekte, yani bir taraftan da Peygamber Allah'a şöyle şikayet etmektedir: Kavmim bu Kur'ân'ı mehcur tuttular. Mehcur tutmak iki anlama gelir birisi terkedip uzak durmak, onunla amel etmemektir. Zira bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: "Her kim de Kur'ân'ı öğrenir de Mushaf'ını asar, ilgilenmez ve bakmazsa; kıyamet günü gelir, yakasına sarılır 'ya Rab! Bu kulun beni mehcûr tuttu (beni terkedip uzak kaldı, benimle amel etmedi), benimle arasında hüküm ver' der." Diğer anlamı ise; hakkında saçma sapan konuştular, evvelkilerin uydurma masalları dediler, demektir. Peygamberin bu şekilde şikayetini söylemek büyük bir tehdittir. Çünkü peygamberler kavmini Allah'a şikayet ettikleri zaman haklarında azab çabuklaştırılmış olur. ..... AŞAĞIDAKİ MAKALE DE MÜSLÜMAN OLMAYANLARIN YÜZYILLAR ÖNCESİNDE MÜSLÜMANLIĞA BAKIŞ AÇILARININ NE OLDUĞUNU ANLATIRKEN BU KONU İLE BAĞLANTISINIDA ANLAMAMIZA YARDIMCI OLACAKTIR. "...İsveç'te Türkler hıristiyanlığın ana düşmanı olarak gösterilirdi. Bu net olarak Erland Dryselius tarafından yazılan ve 1694’te basılan Luna Turcica eller Turkeske måne, anwissjandes lika som uti en spegel det mahometiske vanskelige regementet, fördelter uti fyra qvarter eller böcker ("Muhammed’in dört parçaya ve kitaba bölünmüş olan tehlikeli kanununu ayna gibi yansıtan Türk hilali") adlı kitapta görülebilir. Dinsel konuşmalarda, Türklerin/Müslümanların nasıl fethettikleri yerleri sistematik olarak yakıp yıktığı, acımasızlığı ve kana susamışlığı hakkında vaazlar verilirdi. İsveç'te 1795 yılında yazılan ve okullarda okutulan bir kitapta İslam, "Büyük düzenbaz Muhammed tarafından uydurulan, günümüzde Türklerin tamamen kabul ettiği sahte din" olarak tarif edilmişti...." SON OLARAK . BİR TV KANALINDA PROF. HAYRETTİN KARAMAN HOCAYA BU KONU İLE İLGİLİ SORULAN SORUYA HOCANIN VERDİĞİ CEVAP AŞAĞIDADIR. -Önce Kur'ân-ı Kerim'de ve eldeki İncillerde Hz. İsâ'nın vefâtı ile ilgili neler var, bunu görelim: Nisâ Sûresinin 156-159. âyetlerinde şöyle buyuruluyor: "156- Bir de inkâr etmelerinden ve Meryem'e büyük bir iftira atmalarından; "157- "Allah elçisi Meryem Oğlu Îsâ Mesîh'i öldürdük" demeleri yüzünden... Halbuki onu ne öldürdüler, ne de çarmıha gerdiler; (başkası ona benzer kılındığı için) şüphe içine düşürüldüler. Onun hakkında ihtilâfa düşenler bu konuda tam bir kararsızlık içindedirler; bu hususta zanna uyma dışında hiçbir bilgileri yoktur ve kesin olarak onu öldürmemişlerdir. 158- Bilâkis Allah onu kendine kaldırmıştır. Allah izzet ve hikmet sahibidir. 159- Ehl-i kitaptan her biri ölümünden önce ona mutlaka iman edecektir; o da kıyâmet gününde onlara şâhit olacaktır." Gerçi Âl-i İmrân'da (3/55) Hz. Îsâ'nın "vefât ettirilmesi ve Allah nezdine kaldırılması" konusuna temas edilmiştir, ancak orada da bu vefâtın ve kaldırılmanın nasıl ve ne zaman olduğu konusunda açıklık yoktur. Burada açık olarak ifade edilen husus ise, Hz. Îsâ'nın Yahudiler tarafından katledilmediği ve aşağıda açıklanacak olan "salb" olayının da Hz. Îsâ üzerinde gerçekleşmediğidir. Elde bulunan İnciller'de (Matta, 26-28; Markos, 14-16; Luka, 22-24 Yuhanna, 19-21) -olayın detaylarında önemli farklılıklar bulunmakla beraber- Hz. Îsâ'nın âkıbeti şöyle anlatılmaktadır: On İki Havârî'den biri olan Yahuda İskariyot, Yahudilerin başkâhinine gidip para karşılığında onu kendilerine teslim edebileceğini söyledi. Yahuda'ya otuz gümüş verdiler, Îsâ'nın yerini onlara haber verdi, gelip yakaladılar, çarmıha gerdiler, burada rûhunu teslim etti, tâbîleri onu alıp bir kabre gömdüler, bilâhare kabre geldiklerinde üzerindeki taşın kaldırılmış, kabrin içinin de boş olduğunu gördüler; Îsâ diriltilmiş, kıyam etmişti. Bazı şâkirdlerine göründükten ve getirdiği dîni yaymalarını onlara vazife olarak verdikten sonra, göklere çıkmış ve babasının (Tanrı'nın) sağına oturmuştu... Hz. Îsâ'nın yaşadığı çağda ve bölgede idamlar çarmıha germek sûretiyle yapılır, mahkûmlar çarmıhta bir müddet kaldıktan sonra, kemikleri ve özellikle de omurga kemikleri kırılıp omuriliği çıkarılarak öldürülürdü. Arapça "salb" kelimesi hem mahkûmu haça çivilemek, hem de "omurgasını kırıp omuriliğini çıkararak öldürmek" mânâlarına gelmektedir (Râgıb, el-Müfredât, "slb" md.). Diğer İnciller'de bulunmamakla beraber Yuhanna'daki şu ifade bu bakımdan ilgi çekicidir: "... başını eğip rûhu verdi...Askerler gelip diğer mahkûmların bacaklarını kırdılar; fakat Îsâ'ya gelip onun zaten ölmüş olduğunu görünce bacaklarını kırmadılar... Çünkü bu şeyler "Onun hiçbir kemiği kırılmayacaktır" yazısı yerine gelsin diye vâki oldu (19/28-37). İnciller'de yazılanlar bu şekilde olmakla beraber Hıristiyanlar Hz. Îsâ'nın âkıbeti konusunda ikiye ayrılmışlardır: Çoğunluğa ve resmî inanca göre, o çarmıha gerilerek öldürülmüş, böylece insanlığın günahını (ilk günahı) canıyla ödemiş, sonra babasının yanına gitmiştir. Barnaba İncili'ne ve bir kısım Hıristiyanlara göre ise Hz. Îsâ çarmıhta öldürülmemiştir, birisi ve muhtemelen onu ihbar eden Yahuda, Allah tarafından Îsâ'ya benzetilmiş, Yahudiler de onu tutup çarmıha gererek öldürmüşlerdir (Neccâr, Kısasü'l-enbiyâ, s. 403, 448 vd.; İbn Âşûr, Tefsîr, V, 22). Bu bilgileri ihtivâ eden kaynakların önemlilerinden biri olan Barnaba İncili, Hz. Îsâ'nın havârilerinden ve Markos'un amcasıoğlu Aziz Barnaba'ya aittir. Konsillerde oluşturulan ve daha çok Paulus'un etkisinde kalan resmî Hıristiyanlığa aykırı düştüğü için yasaklanmış, uzun müddet bazı yüksek seviyeli din adamlarının elinde gizli kaldıktan sonra 1738'de Viyana Kütüphanesi'ne konmuş ve böylece ortaya çıkmış, birçok dile tercüme edilmiştir. Kur'ân-ı Kerîm'in açık ve kesin ifadesine göre Hz. Îsâ bir peygamberdir, düşmanları tarafından çarmıha gerilerek öldürülmemiştir, Allah Teâlâ peygamberini onlardan korumuş, aralarından çıkarıp himâyesine almış, nezdine yükseltmiştir. "(Başkası ona benzer kılındığı için) şüphe içine düşürüldüler" şeklinde çevirilen kısımda geçen teşbîh kelimesinin bir mânâsı "benzetmek, benzer kılmak" bir başka mânâsı da "şüpheye düşürmek"tir. Bu mânâlardan birincisine göre ihbarcı Hz. Îsâ'ya benzetilmiş ve çarmıha gerilerek katledilmiştir. İkincisine göre "Hz. Îsâ'yı çarmıha gerip öldürmüş değillerdir, bu konuda zaten kendileri de şüphe ve ihtilâf içindedirler". 157. âyetin sonundaki "Onu kesin olarak öldürmediler" cümlesini de iki şekilde anlamak mümkündür: 1. "Onu öldürdüklerini iddia edenler bu konuda kesin bilgiye sahip değildirler; bu mânâ, teşbihin ikinci mânâsını teyit etmektedir. 2. "Onu öldüremedikleri kesindir"; bu mânâ da teşbihin, "birini diğerine benzetme" anlamını desteklemektedir. Kur'ân'a göre Hz. Îsâ'yı çarmıha gererek öldüremedikleri kesin olmakla beraber, âkıbetinin ne olduğu konusunda aynı kesinlik yoktur. Taberî ve İbn Kesîr gibi tefsirlerde, uzun uzadıya yer verilen rivâyetlere ve müslümanlar arasında yaygın olan inanca göre Hz. Îsâ, basıldıkları evin tavanında açılan bir delikten göğe çıkarılmıştır, maddî olmayan bir semâda yeniden geleceği günü beklemektedir, o gün gelince yere inecek, Deccâlı öldürecek, bütün dinlerin nihâî bir özeti ve özü olan İslâm'a hizmet edecek, yeryüzünü ahlâkî yönden ıslâh eyleyecektir... (Taberî, VI, 12 vd.; İbn Kesîr, II, 427 vd.). Ancak Kur'ân-ı Kerîm'in ifadesi böyle bir anlayış için kesin ve ihtimâlsiz bir delîl olarak kullanılamaz; çünkü gerek burada açıklanan 158. âyette ve gerekse Âl-i İmrân sûresinin 55. âyetinde Allah Teâlâ, onu "kendine yükselttiğini, kaldırdığını" ifade buyuruyor; burada "semâ"dan söz edilmiyor, "Onu semaya kaldırdı" denmiyor; O'na yükselen şeyin ise yaratılmiş bir nesne (rûh ve ceset) olması da uygun, hattâ mümkün değildir. Allah Teâlâ'nın her şeye kadir olduğunda, peygamberlerine nice mûcizeler lûtfettiğinde şüphe bulunmamakla beraber, burada "Hz. Îsâ'nın bedeniyle beraber göğe yükseltildiği" ifadesi mevcût değildir. Aksine Nisâ sûresinin 158. âyetinde "kendisine yükseltti, kaldırdı", Âl-i İmrân'da ise "Seni vefât ettireceğim ve kendime yükselteceğim, kaldıracağım" buyurulmuştur. Bu iki âyete bir arada mânâ verildiği zaman ortaya çıkacak sonuç, "onun önce vefât ettirildiği, sonra Allah'a götürüldüğüdür ve bunun, asırlarca sonra değil, öldürme teşebbüsü sırasında veya kısa bir müddet sonra vukû bulduğudur". İşte bu gerçekler, bilgiyi -bütün diğer peygamberlerin aldığı- tek kaynaktan, vahiy yoluyla Allah'tan alan son peygamberin (s.a.v.) gelmesiyle ortaya çıkmış ve insanlığa ilân edilmiştir; nitekim Hz. Îsâ da, bugün elde bulunan İnciller'de yer alan şu cümleleriyle buna işaret etmiştir: "... benim gitmem sizin için hayırlıdır; çünkü gitmezsem tesellici size gelmez... Size söyleyecek daha çok şeylerim var, fakat şimdi dayanamazsınız. Fakat o hakikat rûhu gelince size, her hakikate yol gösterecek; zira kendiliğinden söylemeyecek, fakat her ne işitirse söyleyecek... Benimkinden alacak ve size bildirecektir" (Yuhanna, 16/8-16; krş. Saf 61/6). Burada geçen "tesellici" ve "hakikat rûhu"nun aslında Ahmed'e (s.a.v.) tekâbül eden bir kelime olduğu, fakat Ehl-i kitabın kelimeyi bu şekilde değiştirdikleri, birçok araştırmacı tarafından ileri sürülmüştür (Hamidullah, Le Saint Coran, 739). "Ehl-i kitaptan her biri ölümünden önce ona mutlaka iman edecektir; o da kıyâmet gününde onlara şâhit olacaktır" meâlindeki âyet (159) iki şekilde anlamaya müsaittir: 1. "Hz. Îsâ'nın ölümünden önce...". Bu anlayış ve yorum, "onun ölmediği, semâda ineceği günü beklediği" inancına delîl kılınmıştır. Ancak Hz. Îsâ âhir zamanda yeryüzüne indiğinde yaşamakta olan Ehl-i kitap, gelmiş geçmiş bütün Yahudiler ve Hıristiyanlar olmadığı için bu anlayış/yorum, âyetin açık mânâsına -lafzî bir delîl bulunmadığı halde kapsamını daraltmadıkça (tahsise gidilmedikçe)- ters düşmektedir. 2. "Her bir Ehl-i kitap mensubu kendi ölümünden önce...". Bu anlayışa göre Allah Teâlâ, kulu ve elçisi Îsâ'ya bir lûtuf ve tesellî olarak her bir Yahudi ve Hıristiyana, son nefeslerini verirken gerçeği gösterecek, Yahudiler onun peygamber olduğuna, Hıristiyanlar da Allah'ın oğlu değil, peygaberi ve elçisi olarak gönderildiğine inanacaklardır; âhir nefeste gerçekleşecek olan bu "yeis hali imanı, hayattan ümit kesildikten sonraki inanma onlara bir fayda sağlamayacaktır (Râzî, XI, 103-104). İş işten geçtikten sonra inanma fayda vermediği gibi bunu hesap (mahkemeleşme) sırasında, berâet delîli olarak ileri sürmenin de faydası olmayacaktır; çünkü onların Hz. Îsâ'ya, Allah'ın bir peygamberi olarak -inanmanın işe yaradığı bir zamanda- iman etmediklerine o da şâhitlik edecektir. Âl-i İmrân'da (3/55) "...sana tâbî olanları, kıyâmete kadar seni inkâr edenlerden üstün kılacağız", burada 155. âyette de Yahudiler kastedilerek "... onların ancak pek azı iman ederler" buyurulmuştur. Bu iki âyet de "her bir Ehl-i kitap mensubunun ölmeden önce ona iman edecekleri anlayışına ters düşmektedir. İbn Âşûr "...ölümünden önce ona iman edecektir" kısmında geçen "ona" zamirinin "Hz. Îsâ'ya değil, "yukarıda anlatılan "katledilmediği, aksine Allah nezdine yükseltildiği" vâkıasına ait bulunduğunu, ona işaret ettiğini ileri sürmüştür. Ona göre Yahudiler ve Hıristiyanlar, ömürlerini tereddüt içinde geçirseler de sonunda Hz. Îsâ'nın çarmıha gerilmediğine, Yahudiler tarafından bu şekilde öldürülmediğine iman edeceklerdir. Bütün bu açıklamalar şu kanâatimizi teyit etmektedir: Kesin olan, Hz. Îsâ'nın Yahudiler tarafından çarmıha gerilerek, omurgası parçalanarak öldürülmediği, Allah Teâlâ'nın kulu ve elçisini onların elinden bir şekilde kurtardığı, onu daha sonra vefât ettirdiği ve kendine yükselttiğidir. Vefât ettirmenin şekli ve zamanı ile kendine yükseltmenin nasıllığı konusu ihtimâllere açıktır. Kur'ân-ı Kerîm'de şehidlerin mutlu sonlarını anlatırken "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın; bilâkis onlar diridirler, Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar..." buyurulmuştur. Bu âyete göre şehidler de diğer insanların ölmesi gibi ölmemişlerdir, Rableri nezdinde rızıklara mazhar olmaktadırlar; ancak bu ifadeyi "Rûhları ve cesetleriyle Allah'ın nezdine yükseltilmişlerdir ve orada dünyalılar gibi yaşamaktadırlar" şeklinde anlamak mükün değildir. Şu halde hayatın da, ölümün de çeşitleri vardır ve Allah nezdinde olmak, Allah'a yükseltilmek maddî olarak anlaşılamaz; çünkü Allah zamandan, mekândan ve maddeden münezzehtir. İslâm âlimlerine göre inanç konusunda bir hadîsin delîl olarak kabûl edilebilmesi için onun mütevatir olması (ilk nesilden itibaren birçok râvî tarafından aktarılması) gerekir. Hz. İsâ'nın yeniden geleceğini bildiren hadîslerden hiçbiri mütevatir değildir. Tamamında ortak olan "yeniden gelecek" kısmı için mütevatir diyenler vardır, onlara göre de -bu ortak kısım dışında kalan- detaylar mütevatir değildir, delîl olmaz. Bir iki kişinin rivâyet ettiği bir hadîsi, inanç konusunda delîl olarak kabûl etmemek, Hz. Peygamber'e (s.a.v.) muhâlefet değildir; "O'nun böyle bir söz söylediğine dair güçlü delîl yok, söylememiş olabilir" demektir. Böyle ihtimâlli sözler ile de bir İslâm inancı oluşmaz. Bir Mehdî ve Îsâ Mesîh beklentisi, çeşitli zamanlarda birtakım sahtekârların ortaya çıkıp mehdîlik ve mesîhlik iddiasında bulunmalarına sebep olagelmiştir. Hz. Îsâ'nın, bir ıslâhat vazifesi ile dünyaya yeniden gelmesi mukadder ise bunun için gövdesini ölümsüz kılmak ve onu gökte bekletmek zarûrî değildir; bunun ilâhî takdir ve kudret ile başka şekillerde de gerçekleşmesi mümkündür. Müslümanların vazifesi de ıslâhat için Mehdî'yi veya Hz. Îsâ'yı beklemek değildir, kötülüğü engellemek, iyilik ve güzellikleri yaymak, yaşamak ve yaşatmak için ellerinden geleni yapmak, canla başla çalışmaktır. Allah müminlerden, ıslâhatçıyı bekleyip beklemediklerini değil, bunun için kendilerinin ne yaptıklarını soracaktır. "Kitaplar ve hocalar karışık" derken, "iyisi kötüsüne, doğrusu yanlışına karışmış, hangisi iyi, doğru bilinemiyor" demek istiyorsanız durum pek böyle değildir. Temel İslâm bilgilerini elde etmiş olan bir mümin, gerektiğinde daha çok bilenlerle de istişare ederek iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırt edebilir. Prof.Hayrettin KARAMAN. http://www.hayrettinkaraman.net/yazi/hayat/0355.htm SON Bu yazı, içersinde belirtilen kaynaklardan faydalanmak suretiyle alıntı yapılarak tarafımca derlenmiştir. Yalnızca bilgi amaçlı olup yanlışlığı yada doğruluğu şahsımı bağlar. Yanlışlardan ve hatalardan ALLAH (C.C)' a sığınırım. ALLAH (C.C) en doğrusunu bilendir. Selam ve Dua ile, Ahmet ÜNAL/Rahmiye/01.01.2011 |